02 Kasım, 2007

Dinamik şiir yaşayan bir şeydir // PATİKA DERGİSİ // OCAK ŞUBAT MART 2007

“Kimse aramaz seni-
sen de
kimseyi ararsın işte…”


Oruç Arıoba-Ne ki hiç

Öncelikle son zamanlarda sıklıkla kullandığım “genç şiir” kavramının, fazla eleştirildiğini gördüm. Şiirin genci yaşlısı olur mu diye. Bu yüzden bu konuyu açıklamak istedim. Elbette şiirin genci yaşlısı, çok genci, çok yaşlısı olur. Günümüz edebiyatının üstüne çıkmak için çaba sarf eden, günümüz şiirini yenilikçi bir solukla dillendiren ve ivme kazandıran her şiir genç şiirdir. Burada genç şiirden kasıt, toplumsal reflekslerini geliştirmiş, temiz oksijen içeren, bu sayede şiire farklı ve sağlıklı anlamlar yükleyebilen, işlenmişi işlemeyen, soluğu uzun, imgesi ve belleklerde bırakacağı iz derin olan şiirdir. Anlam örgüsünü geliştirmiş, ses bütünlüğünü kurmuş, sözcüğü şiirin atası kabul edip hareket eden bir şiir anlayışıdır.

İlhan Berk şöyle diyor: “Sözcükler yerlerinden oynatılıp dünya yolculuklarına başladıklarında yarış atlarına dönerler, her yeri, her şeyi talan ederler……….Böyle nice şey de kimliklerine daha bir kavuşur, daha bir kendi olur. Sözcükler bu yolculuğun sonunda hem büyümüşler, hem de zenginleşmişlerdir.” Dinamik şiir her şeyden önce sözcüğü alır, sözcüğün doğurganlığını sonuna kadar bir sarraf hassasiyetiyle işler. Çünkü sözcük denilen şey dışarıdan bakıldığı kadarıyla dar ve kısır bir anlam örgüsü değildir. Sözcük ele alındıkça ve bir şairin içsel dünyasında dönendikçe kendine yeni kalıplar ve uzun soluklu çağrışımlar bulur. Aslında tüm bu saydıklarım, benim kendi şiirimi tanımlamak için üzerinde çalıştığım“dinamik şiirin” yapı taşlarıdır.

Şimdi herkes tüm bunlar uzun zamandır zaten söylenmekte diyecek. Bende onlara cevaben orman hayali kurmaktansa bir adette olsa fide dikmeyi, ayna hayali kurmaktansa bir ağacın altında birikiş bir avuç suda kendini görmeyi önereceğim. İlk adım her şeydir. Bugün bir çam ormanın temeli bir çam ağacıyla atılır. Ben ağaçlandırma bölgesi olarak Türk şiirini hedef aldım kendime. Geleneği topraktır. Bolca havalandırılması gerekir. Ve belleme çalışmalarından sonra her genç şairin fidelerini dikmeye başladıklarını görüyorum. Burada her şairin zaman içerisinde kendine ait bir ormanı olacak. Zamana direnmesini bilen, dayanıklı bir altyapı atmış, genetik olarak doğru ağaç cinsi seçmiş, doğa koşullarına adapte olabilen ve engellere karşı direnebilen, zaman içerisinde gerekli besin kaynaklarını topraktan/gelenekten sağlıklı alabilen ve gerekli çevresel şartları sağlayabilen! Şairin fideleri orman olma yolunda yürüyecektir. Burada dinamik şiirin temeli çam ormanlarına dayanmaktır. Şiirde en üst düzeyde direnç ve duyarlılık göstermek, imge unsurunu şiirin inşasında eksik etmemektir.

Dinamik şiir temeline sürekli yenilikçiliği ve şiir dilinde özgünlüğü alır. Burada söylenmek istenen şairin çok dallılığı ve çok dilliliğidir. Üslubun tek olması ve aynı çizginin sürdürülmesi dinamik şiir için bir kısır döngüdür. Burada amaç aynı çizginin koyulaştırılması değil, farklı açılarda ve yönlerde birçok çizgi çizebilmek ve bu çizgileri derin tutarlılık çerçevesinde sürebilmektir.

Cesara Pavese’nin dediği gibi “Şair olarak sanatımda bir kör nokta, istemediğim, ama bir türlü de yok edemediğim, elle tutulur bir sınırlılık var. Gerçekten nesnel bir tortu mu bu, yoksa kanıma karışmış vazgeçilmez bir şey mi?” burada Pavese’nin sorduğu soruya cevap “dinamik şiir” dir. Zira temelindeki değişkenlik, zenginlik önce şiirdeki ve şairdeki tortuyu ortadan kaldırır, sonra var olan sınırı genişletme çabasına girer. Çünkü sınır insanın var oluşundan gelir. Sınır kavramanı kabullenmemek gibi bir şey söz konusu değildir. Ancak sınırları genişletmek dinamik şiirin elindedir. Bu da şiirde ve şairdeki çok seslilik ve çok üslupluluk ile mümkün olacaktır. Kısaca aynı bedeni aynı kanın gezmesi yine aynı aynılığı ortaya çıkaracaktır. Farklı kanın gezmesi olağanüstülüğü getirebileceği gibi öldürücü bir etki de yaratabilir.


Bir bahçe hep aynı kalmamalıdır. Geçen bahar begonvilse bu bahar çitlembik açmalıdır. Şimdi buna iklim ve toprak müsaade eder mi diyeceksiniz. Burada Pavese’nin yine şu sözleri cevap olabilir: “Şiirin başlıca temeli, daha şiir başlamadan şairin imgeleme yetisinde tohum olarak yaşayan o duygudaşlık bağlarının, o biyolojik saplantıların önemini bilinçaltı bir duyarlıkla sezmektir”. Dinamik şiirin dinamizmini tetikleyen de budur işte. Bir tarla pamuk ve pirinçten sonra, tütün de verebilmelidir. Dinamik şiirin temel ilkesi çeşitliliktir. Anlamda, kavramlarda, dilde, şiir yapısında, imge örgüsünde, seste çok çeşitliliktir. Dinamik şiir yaşayan bir şeydir.

Şimdi dinamik şiirin şiirden çok şey istediğini düşünebilirsiniz. Ya da her şairin kendi üslubu çerçevesinde eskimesinin ne gibi sakıncası var diyebilirsiniz. Ancak her insan gibi sizde eskiyen bir çerçeveye yeni bir resmi koymanın zorluğunu yaşayacaksınızdır. Burada temel prensip şiirden çok şey beklemektir. Genç şiir dinamik olmalıdır. Akmasını ve nereye akması gerektiğini iyi bilmelidir. Benim şiire yaklaşımım ve dinamik şiirde oluşturmak istediğim temel, Pavese’in dünyaya yaklaşımı gibidir: “Dünyadan bir şey istemekten vazgeç, sana ne yapacağını bilemeyeceğin kadar çok şey verecektir dünya”. Dinamik şiirde birden çok şey vermek için yazılmaktadır. Tekrardan kaçar, sonlanması gereken her şeye yeni bir nokta koyar. Başka girizgâhlar edinir kendine. Aynı biçemin farklı bir tonunda hatta çok farklı bir renginde. Çünkü şiir aramaktır. Aradığını bulamamaktır. Yeniden aramaktır. Şairin ömrü yollarda geçer. Acı, hüzün ve keder üçgeninde molalar verip, yoluna devam eder.

Benim kendi adıma söylediğim genç şair genç şiir yazabiliyor mu? Da ki beklenti, genç şiirin dinamizmidir. Yazılabildiği iddiasıdır. Eskiyenleri atmak ya da yamalamak değildir amaç. Yenisini dikebilmeyi bilmektir. Farklı formlarda ve modellerde her insanın ruhuna oturabilecek şiir beklentisidir. Her rengi kullanmayı bilmektir. Renkler arası geçişleri ve renkleri karıştırarak yeni yapıları elde etmeyi becerebilmektir. Amaç toplumun doygunluğu değildir. Ama beslenme ve şiirdeki çıkış noktası hayat ve toplumsa, toplumun şiirsel açlığına yanıt bulmasını bilmek gerekmektedir. Bir şair gökkuşağındaki tüm renkleri bünyesinde barındırabilir. Çok çeşitlilikteki kasıt şairin şiirini tüketmemesidir. Dinamik şiir geleceğe kalmak için çabalar. Bünyesinde hep bir soru işareti barındırır. Bir çözümsüzlük ve bir çıkışsızlık içerir. Dil ve anlamda hep yeni olanı dener. Çünkü var olanı tekrarlamak ve tekrar olanı var etmeye çalışmak, değişik formlarda sunmak günlük edebiyatın beklentilerini karşılayabilir. Şiir şairinin geleceğe bırakacağı en büyük yengi olmalıdır.

Bunun için yazdığı şiir tümüyle kendini ele vermemelidir. Aksi taktirde okuyucu karşısında yenik düşecektir. Ancak şiir yenilmez. Buradan kasıt şiirde kapalılık değildir. Aksine şiirde açıklıktır. Ancak çok anlamlılığın ve çok çeşitliliğin getireceği farklılıklar şiirin çözümlenmesini hep erteleyecektir. Şiir duru olmalıdır. Ancak anlam, okudukça yeni bir girdaba meyil vermelidir. Çünkü her anafor yeni bir kimliğin şekillenmesi olacaktır şiirin bünyesinde. Bakınız Nietzsche ne diyor: “Şair olarak, bilmece çözücüsü olarak ve rastlantının kurtarıcısı olarak size geleceğe çalışmanızı ve mevcut olmuş olan her şeyi yaratarak selâmete ulaşmanızı öğretiyoruz.”

Dinamik şiir buluş öğesini şiir ve sözcük temelinde çok önemser. Şiire sürekli bir katkı ve sürekli bir çağrışımlar bombardımanı sağlamayı ilke edinir. Anlam örgüsünü, bütünlük yetisini ve imge tütsüsünü şiirde yakmayı unutmadan, en ince zekayı işlemeye gayret eder. Bu yüzden geniş bir perspektifi olan ve üzerinde çalışıldıkça kendini ele veren bir şiir ortaya koymaya çalışır.

Duyargaları sonuna kadar açılmış, toplumsal izlekleri içinde barındırmaktan korkmaz. Bir ressamın doğanının renklerini hassasiyetle işleyişini, bir heykel traşın her darbede yeni bir buluşa çığır açışını, bir sanatçının sesini çok çeşitli kullanışını, bir bahçıvanın gülü yeniden var etmek için budayışını kendine izlek edinir.

Sözünü İlhan Berk’in “Şiir duvarcının elinden düşürdüğü tuğlanın yere düşmesinde değildir/ havada asılı kalmasındadır” dizelerindeki yalvaçlığıyla, dinamik şiirde de neyi aradığını vurgulamak ister.

Nasıl Bir Şiir Dinamik Şiir // Şiiri Özlüyorum // MART-NİSAN 2007

“Gerçek asla kendisinden memnunluk duyulmayan, asla baş tacı edilmeyip, saygı beslenmemesi gereken şeydir; çünkü gerçek, yaşamın çer çöpüdür. Gerçeği değiştirmenin tek yolu onu yadsımak, ondan daha güçlü olduğumuzu göstermektir.”
Herman Hesse

Goethe yaşama 22 Mart 1832’de yılında gözlerini yumarken söylediği son sözleri çok yankı uyandırmıştır: “Işık, daha çok ışık!”. Bugün Türk şiirinin geldiği noktada tamda bizim söylememiz gereken şeyleri söylemiştir. Evet, bir edebiyatın gelişmesi yeni nesil demektir. Genç şiirin elinden tutmak ve onlara yol açmak gerektirir. Zira meşaleyi taşıyan ve incecik şiir ışıklarını kalın konturlar haline getirmek için çaba sarf eden şairleri, öncelemek gerekmektedir. Şimdi serzenişleri duyar gibi olmaktayım. Hani meşaleyi alacak şairler var da biz mi vermiyoruz gibilerinden. Ya da ışık varda biz mi görmüyoruz gibi. Diğer arkadaşların buna cevabı ne olur bilemem ama ben buna “dinamik şiir” ile cevap vermek istiyorum.

Bugün geldiğimiz noktada Türk şiirinin şairden beklentisi, kısır döngüyü kırmak olmalıdır. Kendini tekrar eden şiiri yıkmak, var olanı başka formlarda sunmaktan ziyade yeni formlar geliştirerek; şiirin yalnızca hamurunu değil mayasını da değiştirmeyi bilmektir. Burada kendi şiirini oluşturmak ve poetikasını geliştirmek için çabalayan genç şaire önce derdi sorulmalıdır. Derdinin çizeceği izleğe bakılmalıdır.

Dinamik şiirin altyapısı her sözcüğün şiirde anahtar olma eğilimidir. Dize içerisindeki sözcükler kendi anlam ve içeriğini zorlayarak şiire bir doğurganlık getirir. Burada amaç her sözcüğün başlı başına bir şiirin yapı taşı olduğunu sergilemek ve bir sözcüğün bünyesinde barındırdığı nitelikleri ortaya çıkarabilmektir. Sözcüğün şiirdeki etkisini ve yaratıcılığını vurgulamaktır. İnsanın hücre yapısının önemi gibidir. Uzun vadeli yaşamak için (bir şiirin kalıcılığı ile bağdaşır) nasıl hücrelerinin kendini yenilemesi gerekirse, şiirde de hücre sözcüktür. Her okunduğunda kendini yenileyen, anlam olarak büyüyen bir boyut kazandırmalıdır. Yaptığı yeni çağrışımlarla belleği zorlamalıdır. İmge şiirin kalıtsalıdır. Şiir her defasında farklı bir anlamla bizleri selamlamayı bilmelidir ya da ilke edinmelidir.

Dinamik şiirin altyapısında hep bir kaos yatar. Bu içinden çıkılmazlık yüksek etki hali yaratır. Şiirin çarpıcılığı da buradan gelir. Besler kendisini. Herman Hesse’in dediği gibi “Bir gece doğum yapan bir kadına yardım etmem gerekmişti, alabildiğine büyük bir acıyla alabildiğine büyük bir sevincin dışavurumlarının düpedüz birbirine benzediğini gördüm”. İşte dinamik şiirde kendini hayattaki bu ince noktayı şiire yansıtmak, en dipte kalan detayı şiirde yoğurmak için şekillendirmektedir.

Dinamik şiir toplumdaki çelişkinin dışavurumudur. İnsanın kendisine değil içine ayna tutar. İnsan kendisine değil içine bakar. Bunu farklı bir biçim ve biçemle sürekli devingen, sürekli olağan ve sürekli bir şaşırtıcılıkla tutar. Hep yinelediğim gibi yenilikçilikten kasıt buluş düzeyindedir. Şiirde hem biçimi hem anlamı zorlar.

Dinamik şiir arınmıştır, özdür, son sözdür. Dinamik şiir aklı en uca doğru sürer. İnsan da düşünme yetisi arar. Varacağı noktayı bilir. Bir şiirdeki en önemli kıstas, nereden çıkıp nereye gideceğini bilmektir. Başıboş sözcüklerle başıboş anlamlarda gezinmemektir.

Dinamik şiir arar. Hep bir arayış içerisindedir. İçerisinde bir buluş barındırmak ister. Anlam olarak, sözcük olarak, ses olarak. Dinamik şiir Mallerme’nin “Şiir, sözcükler dinidir” sözünü benimser.

Dinamik şiir edebiyattaki mekanikleşmenin, körleşmenin, kısır döngünün, hamlamanın karşısındadır. Tutucu değil akıcıdır. Durucu değil durulayıcıdır. Susucu değil yankıcıdır. Susturucu değil tetikleyicidir. Sakinleştirici değil coşturucudur.

Bu aşırı yenilikçiliği sayesinde şiirde tek tipleşmeyi, kapalılığı yıllarca aynı girizgâhı kullanmayı reddeder. Kendinin devamı ve kendinin ezberi olan yaklaşımı siler. Her şiir farklı bir anlayışın, biçim ve anlam örgüsünün izleğiymiş gibi okuyucu karşısına çıkar. Her şiir farklı bir misyon taşır Ama şairi tektir ve dize içerisindeki hassas uyaklaması ve sözcüğün anlamlarını zorlayan yaratıcılığıyla şiirinde kendini hemen hissettirir.

Şiirde kuralcılığı, öğreticiliği, sınırlamayı sevmez. Kendi kuralını her şiirde kendi geliştirir. Kendi kendisinin öğreticisi ve ehlidir. Kendi sınırlarını çizmeyi hep sürünceme de bırakır. Bilir ki sınır şiiri tüketir. Oysa dinamik şiir tükenmek değil devamlı üretmek ve farklıyı üretmek için vardır.

Dinamik şiir anlamdaki inceliği, sözcük ve dizedeki naifliği bulur çıkarır. İnsana bir iç çekiştir. Dinamik şiir insan ötesine, doğaüstüne geçiştir. Akmaya değil çağlamaya meyillidir. Kendi içerisinde dizeler arası ve sözcükler arası göndermeler yapar. Böylece şiiri daha akıcı, sözcükleri daha kalıcı; şiiri de bütünsellik açısından akılcı kılar. Şaşırtıcılığı da buradan gelir. Şiir her dize de yenilikçiliğiyle yaratıcı imgeleriyle, anlamdaki çok çeşitliliğiyle ön plana çıkar.

Dinamik şiir kaynağını zorlar. Hammaddesi sudur. Ancak su kendinden ziyade gezdiği coğrafyayı solumayı, soluktaki doğayı, doğadaki yalnızlığı, yalnızlıktaki şiiri bulur çıkartır. Kazıma prensibiyle yoktan var etme, yoktan çok etme prensibiyle yola koyulur. Yolda yanına katık olarak sürekli değişimi alır. Kendi yarattığı çağlayanlara su olur ses olur.

Bu şiir ile ilgili detaylı çalışmalar zaman içerisinde toplu olarak sunulacaktır. Ancak burada bizim toplum olarak da hemen tüketmemizin ve eskitmememizin temelinde zaten yeniyi aramamamız ve eski üzerinden bir şeyleri inşa etmeye kalkışmamız yatmaktadır. Biraz aklın ve zekanın zorlanması, biraz ruhtaki çatışmanın yansıtılması gerekmektedir. Hareketliliği ve yeniliği bu çerçeve de algılamaz isek, bir deprem bölgesinde sürekli yeni inşalar yapan müteahhitlere döneriz. Hatta hasarlı evlerde tekrar tekrar oturmaktan hiç çekinmeyiz. Bu noktada uzun soluklu şiirler üretemezsek ve yeniyi hep yeniyi yalnızca üslupta değil her şiirde yeniyi bulup çıkaramazsak Goethe’nin aşağıdaki dizelerine mahkûm ederiz kendimizi:

“Seller niçin bu denli çabuk kurur
Niçin gene susamışlık içinde kalakalırız?
Süregiden deneyimimdir bu”

Yukarıda Hesse’den alıntıladığım kısma dönerek bitirmek istersem, dinamik şiirin temeli gerçekten daha gerçek olmaktır. Bugün var olan şiirin çok üstüne çıkmaktır. Ancak burada önemli olan bu direnci gösterebilmektir. Yeniliğe açık şiir, yeniliğe açık toplumlarda kendini sergileyebilir. Burada dinamik şiirin ilkesini Oruç Arıoba’nın aşağıdaki dizeleri çok iyi anlatır:
“Aldırmaz sokaklara
Su-
kendi yolunu kendi bulur.”

NESLİMİZİN GÜNAHINA GİRMEYELİM* // PATİKA DERGİSİ 2006

BU ŞİİR VE ŞAİR ÖLÜLERİNİ YERYÜZÜ ALIR MI?

“Sanatçı olmak, hesap kitaplardan ve sayılardan el çekmek, öz sularını aceleye getirmeyen ve baharın rüzgârlı fırtınalı havalarında istifini bozmaksızın ayakta duran bir ağaç gibi olgunlaşma sürecinden geçmektir. Ya baharın ardından gelmezse yaz, diye bir korkuya kaptırmaz kendini ağaç; yaz gelir hep çünkü ama önlerinde bir sonsuzluk bulunuyormuş gibi öylesine tasasız bir suskunluk, öylesine bir enginlik içinde bekleyen sabırlıları gelir bulur ancak. Her gün öğrendiğim, Tanrının her günü şükranla bağra basılan acılar içinde öğrendiğim bir şey var: Sabır her şeydir. ” RAINER MARIA RILKE (*)


Peat Wharton isimli zenci şairin kırk yıl önce Amerika’da yaptığı bir şiir sohbetinden yapılan alıntıyı buraya aktararak, bir giriş yapmak istedim. Genç şairin şiirini tanımlamak adına.
Wharton demiş ki “Bir şiir için binlerce, hatta on binler mısra gerekir. Bir insanın eğer zihni dürüst, duyguları olgun, davranışları tutarlı ve anlatımı cesur ise, dört mısralık bir şiir için on binlerce mısra akla gelebilir. Bunların arasında birini seçebilmek gerçekten severek yatacağınız kadını seçmek gibidir. Çevrenizde binlerce kadın vardır ama siz birini koynunuza almak istersiniz. İşte o seçim şiirdir. O mısra sizi doruğa götürür… O mısra da boşalırsınız ve o mısra sizi yeniden doldurur… (9 Eylül 1961 Atlanta/Georgia)

Wharton konferansını şöyle bitirmiş “Seçilmiş olmakla göreviniz bitmiş değildir. O şiire anlam verecek kadar olgunlaşmış ölçeği bulun ve ölçeğin gereğinde sevişin… Bu söz üzerine dinleyenler alkışlamış. Wharton gülerek eklemiş. “Demek ki boşuna konuşmuşum… Bu sözlerimi alkışlayacağınız yerde, sizi doruğa götürecek birini bulmak için sokaklara fırlayacağınızı düşünmüştüm. Şiirden anlamayan insanlara konuştuğum için kendimi hiç affetmeyeceğim…”

Genç şairin genç şiir yaz(ama)ması durumuyla ilgili, birkaç şairin vahim ve çözümsüz tespitleriyle konunun çerçevesini biraz daha genişletmek istiyorum. Çünkü genç şair olarak bir yere varan bizler, meğer hiçbir yere varamamışız, birçok yere varmaktan. Kesin, kuvvetli bir poetik düzlemde şekillenen ve yeni kimlikler kazanan; şiirimizin arkasında sergilediğimiz duruşa, meğer hiçbir sanatsever yaklaşmamış. Oysa kendimiz olarak açtığımız ve neticede sanatla yoğrulmuş bir tarihten oluşan (her insan milattır ve her insan kendi tarihini yazar) sergimize kayda değer hiçbir resim koymadığımız halde, birçok ziyaretçi gelmiş ve birçok alıcı da çıkmış!. Bu ne derman tüketen bir şey, bu nasıl bir çile.

Bizler yeni şiiri var etmek için eskirken, eski şairler genç şiiri yeniletmekten ziyade biraz daha fütursuzca eleştiriyor. Bilirim edebiyat ve özellikle şiir mütevazılığı, hızlı beğeniyi, yerleşkesini uzun vadede kuramayan şairi ve şiiri, gereksiz alkışı sevmez. Ama gerektiği yerde, şairin ve özellikle şiirinin ısınması adına, artık iki elini birbirine sürmesi gerektiğini (alkışlamasa bile) bilmelidir.

Ayten Mutlu’nun da 1980 sonrası şiir hakkında “on bine yakın şiirin bir yıl içinde yayımlandığı bir edebiyat ortamında ele gelen 100 şiir bile bulamıyorsanız, bu ortamın ne kadar sağlıklı olduğunu düşünmek gerek” dediği gibi ve ama bildiğim başka bir şey daha var diyerek açılım kazandırdığı “Şiir artık çıkmazda bile değil. Bence bataklığın içinde. Şimdi kendime soruyorum; kötümser olmanın zamanı geldi mi? Evet artık kötümser olmamızın zamanıdır. Ki durumun ciddiyetinin farkına varıp şiirin önemsendiği sağlıklı bir ortamın inşası için, önce bütün şairler dönüp yazdıklarına, yaptıklarına bir baksın.” yazısıyla giriş yapıp, buna ek olarak da yine Oğuz Özdem’in genç şiire ilişkin karamsar ve çözümsüz bakışını da buraya aktarmak isterim. “Genç şiirin çıkmazı, kendine bir “köken” oluşturamamasında yatıyor. Bırakın ötesine Cumhuriyet dönemine bile inemiyor veya böyle bir çaba içerisine girme gereğini dahi duymuyorlar. Ya şu anda halen popülaritesini kaybetmemiş şairlerle (C.Süreya, A.Arif, İlhan Berk, E.Ayhan, E.Cansever ) şiire başlıyorlar ya da bunlardan bile habersiz dergilerden etkilenerek ben de bunlar gibi yazarım heyecanıyla yazmaya başlıyorlar ve yayımlatıyorlar da. Bunun sonucu şiirden şiir üretmek gibi bir olgu çıkıyor.”

Şimdi bu ve bunun gibi eleştirilere, konuları kişiselleştirmeden, bir iki soruyla da ben yaklaşmak istiyorum. Soruya soruyla cevap vermek daha sağlıklı olacaktır bu ortamda. Bugün şiire bir gençlik, özgünlük ve öznellik getiremedikleri iddia edilen şairlere yıllıklarda bolca yer verilmektedir. Bu eleştirilen şairlerin şiirlerinden cafcaflı yıllıklar oluşturulmaktadır. Demek oluyor ki, kötünün iyisi şiirler seçilmektedir. Yoksa insan kendisinin de seçtiği bunca şiir üzerine neden eleştiri yapar? Ya da öz eleştiri yapmaktadır.

Bugün eleştiri yağmuruna tutulan bunca genç şairin (bu dosyada da birçoğunun yazısı bulunmakta) 1995 sonrasında alınmış şiir ve edebiyat ödülleri mevcut. Bu şiir ödüllerinin jürisinde de; keskin bir bıçakla genç şiiri kesen, onları altyapısızlıkla, şiir konusundaki donanımsızlıkla, şiirin neliğini bilmemekle, birbirinin türevi imgelerden örülü şiirler yazmakla suçlayan, seçkin şairlerimiz bulunmaktadır. O vakit bir başka soru daha beliriyor. Genç şairin genç şiiri geliştirdiğine ve tetiklediğine, kendi biçim ve biçemini bulduğuna inanıyor ki; hazırladığı kitap oylumundaki dosyalara, şiire katkılarından dolayı, bu seçici kurullar ödül veriyor. Bu da günümüz şiirinin takdir edildiğinin bir göstergesidir. (Sistemin çarkları hep böyle dönmekte demeyin. Zira söylenenlere bakılırsa şiir hep ölüydü ama 90 sonrası kadar hiç ölmedi. Bu şiir ve şair ölülerini yeryüzü bile almayacak artık ) Ya da yine kötünün iyisi seçiliyor diyebiliriz. Oysa birçok yarışma ödüle değer dosya/kitap bulunamadığını belirtme hakkına sahip ve bunu açık yüreklilikle dile getirebiliyor. Zaman zaman da hiçbir dosyaya ödül vermeyerek bunun da gerçekliğini gösteriyor.

Diğer sorulacak soruda, yıllardır şiirde yeni bir izlek açmış, yeni oylumlarda özgün ve özgür şiirini motiflemiş genç şairlerin edebiyat dergilerinde şiirlerine neden yer verildiğidir. (Yine bu isimlerin çoğu dosya konusuna yazanlardır.) Bu dergilerin başında bulunan yetkin sorumlu şairler, şiir ödülleri veren, genç şairlerin dergilerde düzenli şiirlerini yayınlayan ve hazırlanan yıllıklarda şiirlerine yer veren kişilerdir. Bu durumda yeniden ya kötünün iyisi şiir ve şair seçilmekte ya da anlamsız kısır döngünün sürmesine katkıda bulunulmaktadır. (Kısaca şöyle de denilebilir: Sorunu yaratan biz, eleştiren biz ve çözüm arayan/aratan yine biz.) Konuya eleştirel yaklaşan, günümüz edebiyatında kabul görmüş, bizimde değer verdiğimiz her üstadımız/şairimiz; başarısız şiir yazan, ne yazdığını bilmeyen!, şiirinin beslenme ve kaynak noktalarını iyi tespit edememiş, kopyacı, zengin şiir ve zengin/yaratıcı imgenin uzağında eserler veren genç şairi destekleyerek; edebiyata ve şiire kötülük etmektedir!.

Bir önemli hususta, çırağını beğenmeyen ustanın yıllar önce eleştirilen çırak ve bugün beğenilmeyen çırağın yıllar sonra şiirde yer edinmiş bir usta olacağıdır. Zira geçmişte Garip akımının doğuşunda (ki halen Orhan Veli’nin şiirlerinin tartışıldığı günümüzde, Mehmet H.Doğan’ın dediği gibi “Bir takım düşünceleri, alışılmış kalıplar içinde düzgün düzgün, uslu uslu söylemeye ve dinlemeye alışmış kişiler, daha 15-20 yıl önce “Şiirin güzelliğini tayin eden şey, manası değildir” diyen Orhan Veli’ye nasıl saldırmışlardı”,) İkinci Yeni’nin çıkışında, seksen sonrası şiirde ve günümüz şiirinde de aynı sancılar yaşanmıştır. Orada da yeni doğmuş bir şiirin emekleme döneminin yürümeye evirilme becerisi; düz anlamdan sonra imgesel şiirlerin edebiyatı parselleme durumu, anlamın çetrefilleşmesi ve şiire öz güven aşılanması tartışılmıştır. Bugün var olan şiire bir katkı ve emek verilmediği gibi eskitilme yöntemiyle yok edilmeye çalışıldığı düşünülmüştür. Oysa şiirleriyle ve yazılarıyla yerden yere vurulan o günün şairleri, günümüz edebiyatının temelini atmışlardır. Bu da gösteriyor ki günümüz kuşağının yazdığı şiir, şiire bakış açısı, şiirdeki duruşu ve gel(eme)diği nokta; kuşkusuz önümüzdeki yirmi yılın edebiyattaki en önemli kavşaklarını yaratacaktır. En önemli alt ve üst anlam geçitlerini atacaktır.

Bunların yanı sıra, bir başka soru daha belleğimi kazımakta. Bunu da sormadan, sorgulamadan geçemeyeceğim. Bugün her ne kadar Cumhuriyet dönemi şiirini ve edebiyat(ının) tarihini bilmeden; şiire başlama noktası olarak (ki en iyi ihtimalle) kendine İkinci Yeni’yi seçtiği iddia edilen genç şair, ustalarından esinlenerek ve beslenerek şiir kültürünü şiir mevcudiyetini oluşturmaktadır. Çırak dönemini ustasıyla aşan ya da aşmaya gayret eden genç şair, İkinci Yeni’den sonra acaba şiirini besleyecek kaynak mı bulamamıştır yoksa gösterilen ve kendine sunulan kaynaklardan yararlanmasını mı bilememiştir? Kısacası bugün genç şairin sorgulanmasından önce, Türk şiirindeki seksen öncesi ve seksen sonrası dönemi sorgulaması sağlıklı yapılmalıdır. (Genç şiiri çözmek için zincirin halkalarını oluşturan şiir tarihinin basamaklarındaki sorunları, sırasıyla çözmekte fayda görmekteyim.) Çünkü günümüz şiirini oluşturacak genç şiirinin taşları ilk olarak 1990’lı yıllarda konul(ama)maya başlanmıştır.

Yalnızca otuz yaş altı ya da civarı şairin şiiri mercek altına alınmamalıdır. Genç şair İkinci Yeni’den sonra, seksen sonrası ve hemen öncesi şiiri kendine girizgâh seçmiş ve hiç kuşkusuz o şiirin etkisinde de yazmıştır/yazmaktadır. (şiir tarihini iyi belledikten sonra) Bu dönem şairlerinden kendini tekrar eden şiirlerin yanında, hala o ilk çıkardıkları sıcacık hamur kağıt kokusu tadında şiirler beklemektedir. Çünkü yakın tarihe ait günümüz edebiyatını da zorunlu istikamete sokan ve genç şairi de besleyen bazı şairlerin eserleri yıllardır aynılaşmaktan ve tekrardan öteye geçememiştir. Bu edebiyat ortamında yanı başındaki kaynaktan su içerek, fazla uzağa gitmeden geleneğin temsilcilerini izleyerek; kendi şiir moleküllerini yaratmaya çalışmak, kendi sesini gürleştirmek ve kendi oylumunda birikmek çokta kolay olmasa gerek!!!.

Ama tüm bu olumsuz eleştirilere rağmen, bugün genç şiir kendini soluyabilmektedir. Ve geniş bir çeşniye sahiptir. “Şiir alışkanlıklara karşı bir yaylım ateştir.” diyen Cemal Süreya’nın da belirttiği gibi, bugün genç şair şiirindeki yavanlık ve sessizlik alışkanlığını çoktan yıkmıştır. Ve yine Süreya’nın dediği gibi “Şiir sürekli bir ihtilaldir.” Bugün genç şairlere bakıldığında birbirinin etkisinden çoktan sıyrılmış; kimi imgeci, kimi anlatımcı, kimi öyküsel, kimi atom kadar parçalanması güç, kapalı şiirler yazmaktadır. Ve hemen hemen her şair kendi şiirsel ihtilalini gerçekleştirmiştir. Bir koloni halinde yeni akımlar oluşturup edebiyatı tekrarlarla sıkmak yerine, her biri kendi akımını oluşturup manifestolar yayınlayarak var olmaya çalışmaktadır. Ama birleştikleri payda hep yenilikçi şiir olmuştur ve özgün şiirin bileşkesini oluşturmuştur.

Genç şiiri ve şairi tüm bu olumlamalarıma rağmen, Turgut Uyar’ın “Şiir çıkmazda, çünkü insan çıkmazda” sözünü anmadan geçemeyeceğim. Genç şair olarak bizlerin, yalnızca yaşam değil, çağ, ulusal ya da uluslararası açmazlardan sıyrılıp, şiirimizi hep gelişime motive etmemiz ve ivmelendirmemiz gerekmektedir. Amaç genç şairi 100 metre koşucusu değil maraton koşucusu haline getirmek olmalıdır. Çağ da insan da yalnız olsa, şiir yalnız değildir, genç şair de.”

Şiir olgunlaşma sürecini şairin bünyesiyle birlikte toplumun bünyesinde tamamlar, iyi şiir belleklerde kalır, kötü şiir kendi bilinmezliğine akar. Şair içinde bunlar geçerlidir diye sıradan bir sonuç; şiirden başka her şeye zarar verir. Bugün birçok genç şair kendi soğuk sularında, kucağında taşımaya uğraştığı iri çakıllarla, huzurlu uykular uyuyacak yataklar aramaz kendine. Şair yeni bir açılım, şiir kaos ve insanın kendine kapandığı yerse, burada her genç şair kendi şiirini yazmak için yüreğini sıvamış durumdadır.

Yazdıklarımı Yaşar Nabi Nayır’ın sözleriyle bütünlemek isterim. “Büyük şair neden yetişmiyor artık diye soranlar oluyor. Büyük şair diye kime dediklerini öğrenmek istiyorsunuz. Mesela diyorlar, Fikret gibi, Hamit gibi, Yahya Kemal gibi. Acaba bugün haklı veya haksız olarak büyük şair sayılanlar gençlik çağlarında da aynı sıfata layık görülüyor muydu? Sanmıyorum. Gerçek sanatçılara, zamanın kattığı özel bir değer var. Günümüzden uzaklaştıkları, eskidikleri ölçüde, şarap gibi değerleniyorlar…….. Bugünkü büyük şairlerimizin büyüklüğünü zaman geçtikçe, onlar yaşlandıkça daha iyi anlayıp takdir edeceğiz. Neslimizin günahına girmeyelim. ”


Son yedi yılda genç neslin yazdığı şiir kitaplarına şöyle bir göz attım da kütüphanemde. Şimdi onların bir kısmını yıllara göre sınıflayıp sizinle de paylaşmak istiyorum. Bu kitapların hemen hemen hepsi ödül almış ve birçoğu edebiyat dünyasına adım attığı yıl adından söz ettirmiş kitaplar.

1998- Devrim Dirlikyapan/Karla Gelen, Zeynep Köylü-Son Arzum Gül ve Kedi,
1999- Kuvvet Yurdakul/Ben Eskiden Çocuktum
2000- Can Bahadır Yüce-Yaslı Mızıka, İki Şehir Arası Gece ve Şeyler-Serkan Işın
2002- Didem Madak/”Ah”lar Ağacı,
2003- Ozan Çılgın-Kötü Zamanlar Tragedyası, Mehmet Erte- Suyu Bulandıran Şey, Seyithan Kömürcü-Hasar Ayini, Kadir Aydemir-Dikenler Sarayı
2004- Onur Caymaz-Bak hala Güzelsin, Alperen Yeşil- Erdişi, Mehmet Öztek- Sentetik Rüyalar, İsmail Kılıçarslan-Ablam Uzak Ülkede

ŞİİR YIL(GIN)LIKLARI! // DENİZ SUYU KASESİ 2007

Geçtiğimiz yıl başladığım bu yıl da ikincisine yine PATİKA’da devam ettiğim Genç Şair Genç Şiir Yazabiliyor mu? Soruşturmasında da aslında şiir yıllıklarından yola çıkmıştım. Zira her yıl farklı şairlerce düzenlenen ve her defasında sönmüş yanardağları patlatan, halen yanan dağların sönmesine meyil veren, tarafsızlığı yıllardır edebiyat gündemini meşgul eden yıllıkları başlangıç noktası almıştım kendime. Çünkü genç şiirin ölümünü ilan ettikten sonra ve Türk şiirinin kısır döngüsünü yenemediğini vurgulaya vurgulaya şiire zarar vermekten çekinmeyen üstatlarımızın, bir taraftan da her yıl yılın 100 şiiri, bu yılın en iyileri altında hazırları şiir yıllıklarına genç şairleri de dahil ederek, Türk şiirini bir tarafta yerden yere vururken diğer tarafta bunun seçmelerini yapmaları inanın beni çok şaşırtmıştı. Hem de bu yere göğe sığmaz eleştirileri, o yılın şiir yıllıklarında; seçtikleri şiirlerin önünde yapmaları bir hayli ilgi çekici gelmişti! Hatta birçoğunda kendi şiirlerine de yer vermelerini yadırgamadım desem yalan olur.

En son Haydar Ergülen söyleşimde sorduğum gibi “Yıllardır konuşulan tartışılan Türk şiirinin gelemediği nokta sizce nedir? Nereye gelmek istemiştir de gelememiştir Türk şiiri? Ve neden?” sorusuna verdiği cevaptan yaptığım alıntı olaya biraz daha ışık tutacaktır.

Böyle bir sorun olduğunu bilmiyordum, sorunuz vesilesiyle öğrenmiş oldum. Bu ‘nokta’ neresidir, kim tarafından ve nasıl belirlenmiştir, Türk şiirinin o meçhul ‘nokta’ya gelemediğine hangi ‘yetkili merci’ karar vermiştir ?

Bugün gelinen nokta da yavaş yavaş yıllıklar niteliklerini kaybettiği gibi artık biraz daha saf tutma, hatta safları sıklaştırma, birbirini kollama noktasına gelmiştir. Her ne kadar hazırlanan yıllıklarda taranan dergiler adı altında 40-50 dergi ismi geçse de, yıllıklarda yer verilen şiirler belli başlı dergilerde yayınlanan şiirlerden öteye geçememiştir. Ki acı olan yıllıkları hazırlayan şairlerin baskın olduğu ya da kendi çıkardığı dergilerinde yoğunlaşmaktan öteye gidememiştir.

Bu şu demektir belli başlı dergilerin dışında yoğun emek ve istekle hazırlanan bugün Türk edebiyatının kalbini tutan, nabzını ölçen birçok şairinde şiirlerine yer verildiği dergiler yok sayılmıştır. Olayı öznelleştirmek istemiyorum ancak bunu vurgulamadan da geçemeyeceğim. Geçtiğimiz yıllar da PATİKA’da Ahmet Uysal’dan Altay Öktem’e, Şükrü Erbaş’tan Salih Bolat’a, Zeybep Uzunbay’dan Çiğdem Sezer’e, Özkan Mert’ten Zerrin Taşpınar’a kadar geniş bir yelpazeyi barındıran şiirler yayımlamamıza rağmen, hiçbir yerde adımıza rastlanmamıştır. Yine genç şairler olarak geçtiğimiz yıl genç şair dosyası bünyesinde ben de dahil olmak üzere; Ertan Yılmaz, Kadir Aydemir, Selahattin Yolgiden, Onur Caymaz, İsmail Cem Doğru, Serkan Işın, Burak Tokcan, Nilay Özer gibi Türk edebiyatının genç ve özgün seslerine PATİKA yer vermiştir. Bu arkadaşların PATİKA’da yayınlanan hiç bir şiiri seçkilere girememiştir. Ama “büyük!” dergilerde yayımlanan bazı şiirleri yıllıklara girme başarısını! göstermiştir. Burada ilk olarak sorulması gereken ya PATİKA çok küçük bir dergidir! Ya da bunca değerli şairin “kötü” şiirlerini yayımlamıştır ya da başarısız şiirleri hep PATİKA’ya denk gelmiştir. Burada ikinci olarak sorulması gereken, şiir yıllıkları mı hazırlanmaktadır yoksa bazı şiir dergilerinin yıllıkları mı? Tabi bunu her hazırlanan yıllık için de söylemek haksızlık olabilir.



Yine çok ilginç bulduğum bir saptamaya daha değinmek istiyorum. Birçoğu kendini sol şiirde önceleyen ve bu kulvarda yazdığı şiirlerle edebiyatımızda yer tutmuş yada öyle görünen şairlerimizin yıllıklarında muhafazakar ve koyu muhafazakar diye adlandırılan, evrensel ve toplumcu şiire kapalı dergilerden (Dergah, Merdiven Şiir, Hece, Fayrap, Derkenar, Yedi İklim gibi) bir çoğunda yayınlanan şiirleri yıllıklarına dahil etmelerine rağmen; o kesimden şiir yıllıkları hazırlayan şairlerden duruşu ve tavrı belli olan ama edebiyatta büyük bir yer tutan Edebiyat ve Eleştiri, Damar, Yaba, Nikbinlik, Tan Edebiyat, Bireylikler, Evrensel Kültür gibi dergilerden şiir almamaktadırlar. Edebiyatta böyle bir ayırdın olmaması gerektiğini savunan, gerçek şiirin varolmasını isteyen bir şair olarak bunları görmek ve belirtmek hayli üzücüdür.

Yine çok değerli şair Veysel Çolak’ın hazırladağı Toplumun Şiir Yüzün’de Aktalpa, Dize, Yazılıkaya, Mor Taka gibi dergilere sıklıkla yer verilirken, Baki Asiltürk’ün hazırladığı YKY Yıllığında bu dergilere çok az rastlanmamaktadır. Yoğunlukla Kitaplık dergisi olmak üzere muhafazakar edebiyat kimlikleriyle öne çıkan dergilere de sıklıkla yer verilmiştir. Eğer gerçek şiir bu kanalda da akmakta ise (ki hiç şüphesiz mesela bende İbrahim Tenekeci ve İsmail Kılıçarslan şiirlerini benimserim ve daha birçok şair sayabilirim) tabiki tarafsız bir yaklaşım sergileyip bunlara da yer vermek gerekmektedir. Ancak bu ekibin çıkardığı yıllıklarda yukarıda saydığım dergileri geçin, edebiyatın çok daha ortasında duran ve geneline hitap eden dergilere dahi rastlanmamaktadır. Netice de neden peki bu yıllıklar bu isimlere yer vermektedir demiyorum. Soru mu ortalık bir yere bırakıyorum. Umarım bir kaldıran bulunur!

Yukarıda adı geçen iki yıllıktaki en önemli saptama birçok şairin aynı şiirine yer vermiş olmalarıdır (Bu şairlerin dışındaki isimler gerçekten çok farklılıklar gösterebilmektedir). Bu doğru şiir tercihinin ve ortak payda da buluşulmuş olmanın bir göstergesi midir? Yoksa bu şairlerin az şiir yayınlaması neticesinde, hem bir jest olması hemde yıllıklarda yer almaları gerektiği düşünüldüğünden şiirlerine yer mi verilmiştir? Bilememekteyim. Bunları sayacak olursak; V.B.Bayrıl (Avcı), Aydın Afacan (geceleyin gül yanar), Adnan Özer (Kağıt Gemi), Roni Margulies (Son), Enis Batur (Srinivasa Ramanujan, 1910), Ayten Mutlu (Keşke), Ahmet Telli (Siyahkar), İsmet Özel (Orta Yaşlı Bürümcüğün Ninnisi), Erdoğan Alkan (Yarasa), Arif Damar (Deniz)

Bir diğer önemli saptama da Yasakmeyve dergisinin edebiyatımızda önemli bir yer tuttuğu tartışma götürmemesine rağmen, bazı yıllıklara fazla şiir verememesidir. Ancak edebiyatımıza bu yıl hoş gelen değerli şair Turgay Fişekçi’nin yayın yönetmenliğini yaptığı Sözcükler birçok şiirle katkıda bulunmuştur. Bu da sevindirici bir taraftır. Yine Mustafa Fırat’ın yayın yöyetmenliğini yaptığı Mühür edebiyat atağını başarıyla sürdürmektedir. Yine Şiiri Özlüyorum edebiyatımızın mihenk taşlarından biri olduğunu göstermiş, başarılı şiirlerle yıllıklarda yer almıştır.

Bence olgunluğunu çoktan tamamlamış (bazıları yeni de olsa) edebiyat dergiciliğinde öncü olmaya aday Yaratım, Ünlem, Hayal, Lacivert, İle, Öteki-siz gibi dergilerin çok üzerinde durulmamıştır. Ya da durulsa bile genel dağılıma baktığınızda belki de bir şiirle yer almaktan öteye geçememişlerdir.

Gelinen nokta bize şunu söylemektedir. Biraz daha şiire taraf olunmalıdır. Şiirin tarafında durulmalıdır. Çünkü şiir kendidir. Seçilmeyince şiirliğinden hiç bir şey kaybetmez. Toplumu, bellekleri, kalpleri zorlar. İnsana hayatında yararlı hasarlar bırakır. Tedavisi mümkün olmayan derin oyuklar açar!

Son söz şiir hepimizi ıslah etsin.

SİNESİNE YAŞAMI BASAN TEK(NİK) ŞİİR MODERN ELİT DİNAMİK ŞİİR // ŞİİRİ ÖZLÜYORUM/AĞUSTOS EYLÜL EKİM 2007

Şiir tarihine baktığımız da tanzimattan ikinci yeniye, 80 şiirine ve 2000 yılların şiirine geldiğimizde, yaşamın şiirin içinde yaşadığını görmekteyiz. Öyle olmasa idi tarihle ilgili anektotlar o dönemlere ait gelişim ve gerileyiş süreçlerini izleme şansımız hiç olmayacaktı. Mesela 80 şiiri tamamen şiirin yaşam olduğunun bir ispatıdır. Toplumsal gerçekçiliğin yarattığı bir akımdır. Tarihe notlar düşmüştür. O döneme ait her türlü izleği şiir aracılığıyla şairler bizlere sunmuştur. Dolayısıyla şiir tarihinin hiç bir döneminde şiir yaşamdan kopmamıştır. Yoğunluklar ya da sedelikler yaşamıştır ama hayat hep şiirin merkezinde hep şiirin mayasında yer almıştır. Şekil vermiştir, kabarmasını ve pişmesini sağlamıştır.

Şiirin yaşamı yansıtması gerektiği (mimesis) görüşü Gerçekçiliğin başlangıç noktası ve alt yapısıdır. Gerçekliği incelemek ve üzerinde çalışılması konusu da Toplumcu Gerçekçilik ile gündeme gelmiştir. Toplumcu gerçekçi tavır edebiyatın sosyalist yaklaşımlardan hareket etmesini ve yükselmesini, yapıtlarda halkla iç içe olmasını, halkın sorunlarının ele alınmasını önceler.

Yalnızca teknik şiir, sanat sanat içindir yaklaşımının birebir resmidir. Yalnızca yaşamı yol olarak gören şiir, yalnızca toplum için örülen şiirdir. Oysa sanatın her dalı (eğer uzun soluklu olmak istiyorsa) hem sanat sanat için, hem sanat toplum için, kavramını birarada getirebilmelidir. Şiir de bu yaklaşım tetikleyici, yönlendirici, aktivasyon enerjisini doruğa çıkararak coşturucu bir etki yaratır.

Hayatı içine almayan ve özümsemeyen şiirler hep güdük kalmıştır. Geleceğe de kalamamıştır. Çünkü kendine yaşamı rehber edinmeyen şiir yolunu bulamaz ve akamaz. Aksa bile içten değil hep yüzeyden akar. Bakınız Valéry ne diyor: “Gerçek şiirin, asıl sanat eserinin kendi varlığından başka bir amacı yoktur. Kendisinde başlar, kendisinde biter. Bütün soyluluğu da buradan gelir.” İşte bu varlığın sürdürülebilirliği yaşamın ne kadar içinden çıktığı ve yaşamla ne kadar bağdaştığıyla ilintilidir.

Burada üzerinde durulması gereken konu yaşamı içine sindirmiş teknik şiirin varlığının sorgulanmasıdır. Benim bakış açım yaşamı yol olarak görmekten öte, yaşama yol atan yaşamın yollarını ağaçlandıran şiirlerin öncelenmesidir (Dinamik şiir insanın kendisine yapamadığı yolculuk, kendisine çıkmayan yoldur. İnsanın kendisinde anlamlandıramadığı varlığına sesleniştir. ) Günümüz şiiri aslına bakarsanız somut ve görsel şiirlerle birlikte zaman zaman yaşamın özünden kopma aşamasına gelse de, diğer tarafta yaşamı ele alan toplumcu imgeci ve gerçekçi şiirlerin yazıldığı da yadsınamaz. Ama bugün genç şairlerin arayış içinde olması da bu kaygan zeminin daha da kayganlaşmasına olanak tanımaktadır.

Kendi yazdığım şiirden yola çıkarsam, içine yaşamı en dip noktasına kadar işlemiş teknik şiirdir. Modern Elit Dinamik şiirdir. Benim nazarımda bir vektörün iki bileşeni olarak ele aldığım bu iki konudan birinin eksikliği vektörlerin bileşenlerinin alınamamsı ve dolayısıyla kapalı bir hacim bir iç anlam hacmi yaratılamaması demektir. Çünkü uçları tamamen zıt, farklı yönleri gösteren vektörler bir alan yaratamayacağı için bir içten, içtenlikten ve dokudan söz etmek de mümkün olmayacaktır (Shelley’in dediği gibi : “İçinizde olmayan şiiri hiçbir yerde bulamazsınız”). Dolayısıyla kendine bir iç alan yaratamayan şiirin de anlam açısından ve yaşam açısından tamamen yetersiz kalması, teknik açıdan varolan üstünlüğünü gölgelemekle kalmayacaktır, yok edecektir. Çünkü şiirde en önemli yapıdır anlam. Anlam da yaşamla temellenen, şekillenenen bir kavramdır. (Anlam akıcılığı ön planda tutulur. Her dizenin kendi iç dinamiği ve anlam bütünlüğü dizeler arası dinamizm, şiirin tamamında görünen çok sesli bir iç denge mevcuttur.)

Dinamik şiir yaşamı kendine ana nokta olarak almış gerekli teknik donanımlarıyla gerçek şiirin habercisidir. Bakınız tek başına bir patiska, bir kumaş hiç birşey ifade etmez (en kalitelisi en alımlısı dahi olsa) ne zaman üzerine işlemeleri gelir, o vakit bir kimlik ve kompozisyon kazanır. Her gözden bakıldığında farklı anlamlar çağrıştıran farklı etkileşimler yaratan bir yapıya bürünür. Burada yalnızca sade kumaş şiirdir. Farklı ipler yaşamın farklı koordinatlarının ve algılayışlarının gergefe işlenme olayıdır. İşte kullanılan iğne de tekniktir. Kaba işten sonrasını atan, temelin üstüne binayı inşaa eden şiirin alanlarını ve sınırlarını çizen anlam örgüleri üzerindeki gelişimi sağlayan iğnedir. Terzinin iğnesi, doktorun neşteri şairin de bir tekniği olmalıdır. Yaşamsal alanla şiirsel alanı birleştiren tek potoda eriten de tekniktir. Suyla kuyu neyse, yaşamsal imgeyle teknik aynı şeydir. Asma yaprağıyla üzüm neyse bu da odur. Nitekim geldiğimiz nokta yine Moden Elit Dinamik şiirin altyapısıdır. Dinamik şiirin kimsesi kendisidir. Dinamik şiir yalnızdır. Çünkü sürekli yenilik ve her yeni de yaratmak istediği kalıcılık, bir iğnenin sürekli farklı motiflerle kumaşını işlemek isteğine eş değerdir. Kumaşın direncine karşı farklı renk kullanımıdır. Kumaşa şekil değildir. Kumaşın içeriğine anlam, kumaşın özüne işlenen kavramdır.

Aslına bakarsanız her şiir yaşam olmak zorundadır biraz. Eğer bu coğrafyayı soluyorsanız ve dünyanın üzerinde bulunan bir bireyseniz yaşamdan kayıtsız kalma durumunuz mümkün gözükmemektedir. Çünkü şair iyi bir gözlemcidir, doğayı ve insanı dillendirir. (Dinamik şiir yaşamın her safhası ve noktasındaki erozyonu işaretler. Burada ki kayma noktası, şiirdeki dinamizmi tetikler, iç dengeyi harekete geçirir.) Somutu ve soyutu yaşatır. Bunların her biri yaşamın değişmez parçaları olduğu için, şiirin yaşamın köklerinden öz benliğinden geleceği hiç kuşkusuzdur. Şair yaşamın bünyesine sinen, genlerinde gezinen, akan suyla doğan güneşle etkileşen bir gözlem deposudur. Bunları belleğine kaydeder. Yeri geldikçe kaynak noktasına dönerek bunlardan beslenir. Şimdi tüm bunları söylememin sebebi, öncelikle şiirin yaşam olması gerektiğini savunmamdır. Ya da şiirin yaşaması için yaşam olması gerekmektedir.

Dinamik şiirin dinamikliği kendisini sürekli yenilenmesinden gelmektedir. Hem yaşamsal dinamiklerinin yerini değiştiren, hem de teknik anlamda yenilikçiliğe hep açık; denemelerden kaçınmayan bir şiir sistemi geliştirmiştir. (Dinamik şiirin temeli doğaya ve yaşama temelden bağladır, yaşamdan ve doğadan beslenir. Doğadaki süreğenlik ve akıcılık dinamik şiirin merkezini oluşturur. Bu hareketlilik doğanın temel bir yansıması olarak şiirin içinde belirir.) Bu şiirin korkusuzluğunu gösterir, riski seven çağrışımları ve anaforları seven şiirin göstergesidir. Çünkü insan hayatının bırakınız her yılını, her dakikasındaki değişkenlik ve devinim; hem teknik hem içerik hem sözcük bakımından sürekli yenilenmeyi ve değişmeyi işaretler. Aksi tartirde yenilemeyen bir şeyin eskimesi söz konusu olmasa bile, démodé olacağı kesindir. İşte şair dediğiniz kişi, hep kapalı kapılar ardında kalmamalıdır. Kapıların dışlarına çıkmalıdır. Sokaklara, caddelere, sınır kapılarından dışarılara. Şair dediğiniz kişi hep karanlıkta kalmamalıdır. Işığı bulmalıdır. Işığı yormalıdır ve yeniden karanlık yapmalıdır. Şair dediğiniz insan bazen de tok kalmalıdır ve açlığı özlemelidir. Hep şarap değil biraz da çay içmelidir. Kısaca bazen sigara içmeli bazen tütün ekmelidir. Bazen hanımeline dokunup ellerini koklamalıdır. Bazen hanım eline dokunup ellerini koklamalıdır.

Şair kendinin dışına çıkmalıdır kendine bakmalıdır. Kendinin içine girip dünyaya, dünyanın içine girip! Kendine bakmalıdır. Şair bakmalıdır. Görmelidir. Yenilikçiliği şiire ilk ilke olarak iliştirmelidir (Bakınız Baudelaire ne diyor: “Şiirin ilkesi, insanın üstün bir güzelliği özlemesidir. Bu ilke bir coşkunlukla, bir ruh taşkınlığında kendini gösterir. Bu coşkunluk, aklın yoğurduğu gerçeğin dışındadır.”) Bir yaka rozeti olarak taşımalıdır. Ceketlerini atmalı ama o rozeti yeni ceketine takmamayı unutmamalıdır. Hatta zaman zaman rozetleri de değiştirmelidir. (Dinamik şiir, bu aşırı yenilikçiliği sayesinde şiirde tek tipleşmeyi, kapalılığı yıllarca aynı girizgâhı kullanmayı reddeder. Kendinin devamı ve kendinin ezberi olan yaklaşımı siler. Her şiir farklı bir anlayışın, biçim ve anlam örgüsünün izleğiymiş gibi okuyucu karşısına çıkar. Her şiir farklı bir misyon taşır. Ama şairi tektir ve dize içerisindeki hassas uyaklaması ve sözcüğün anlamlarını zorlayan yaratıcılığıyla şiirinde kendini hemen hissettirir. )

Son sözden önceki sözü, değerli şair Enis Batur’a verelim. Şiir tekniği ve şiir bilgisiyle ilgili söylediği sözler aslında şiirin yenilikçi olmasını önceliyor ve şiirde teknik mi yaşam mı sorusunu o da sorguluyor. Ayrıca dinamik şiirin yaratıcılığına ve sürekli kendini yenilemek için tüm şiir yapısını, sözcük yapısı, ses yapısını, imge yapısını ve çeşitliliğini zorlamanın önemini vurguluyor.

“Şimdi, şiir bilgisi apayrı şey. Şair sayılabilecek her şiir yazarı –bütün şiir yazanları şair saymak kimsenin aklından geçmez sanırım– az ya da çok şiir bilgisine ulaşmıştır. Şüphesiz, akademik bir bilgi türünden hareket etmemek gerekir: Öyle olsa, en güçlü çağdaş şairlerden biri Roman Jakobson olurdu. Şiir tekniği, öte yandan, kolay ele avuca sığan, yaş ilerledikçe yetkinleşen bir bilgi biçimi olarak da görülemez: Küçücük çocuklar müthiş şiirler, başyapıtlar vermişlerdir: Rimbaud, Shelley, Keats, Novalis, saymakla bitmez. Kısacası, şiir bilgisiyle, teknik bilgisiyle övünmenin bir anlamı yoktur. Bir yandan öğrenilmesi, bir yandan unutulması bana kalırsa en iyisi. Çok bilmiş terzilerin, teğelleri kumaşın üstünde unuttuklarını göremediklerine sık rastlanır örneğin. En sağlam şiir bilgisi, teknik bilgi, şiir okunarak elde edilendir, kuramsal bilginin katkısı pek azdır.”

Son söz. İnsanı ve yaşamı öncelemeden yazılan her şiir kullanılmadan ve işlenmeden eskimeye mahkumdur. Önceliğimiz sinesine yaşamı basan teknik şiir, Modern Elit Dinamik Şiir’dir. Bu şiir yapısı artık şiirlerin kendini aşması gerektiğinin altını çiziyor.



MUSTAFA ERGİN KILIÇ/

PERİHAN BAYKAL

sana

şiir bağla misinanın ucuna
gömleğinle sar kırık dut dalını

anladım buzlu camı eritmekmiş sevda (Tanrının Günahı / Desibel)



Mustafa Ergin Kılıç genç bir şair… Onu iki üç yıl kadar önce, nette üye olduğum ilk edebiyat sitesinde yaptığı, üyelere ait şiirlere yönelik "acımasız" denebilecek şiir eleştirileriyle tanıdım. Doğrusu ya, ilk adım atışımdı sanal âleme, böylesi sitelerden haberim bile yoktu daha önce, gereksiz ve kıyıcı bulmuştum bu üslubu. Ama sonra, şiire gönül verdikçe, bu ödünsüzlüğü, belki biraz genç yaşının ve kişilik yapısının da beslediği bu şiir adına hırçınlığı anlar, hatta hak verir oldum. Bu, sevileni koruma içgüdüsünden başka bir şey değildi. Kolayın, vasatın, sıradanlığın, köylü kurnazlıklarının, kötü paranın cirit attığı bir ortamda biraz kişotvari bir şövalye tavrıydı. Mustafa Ergin Kılıç şiiri çok seviyordu, ve hep derim ya, herkesin bir sevme tarzı vardı ve evet, o, kıskanç, korumacı âşıklardandı.

Mustafa Ergin'i sürekli şiir çalışan, şiir bakan, şiir soluyan, şiirle yatan, şiirle kalkan, kafasında şiir denklemleri kuran bir insan olarak düşünüyorum. Genç yaşında üst üste üç kitap çıkarmış bir şair o: Lâlfabe, Beş Duyum ve Desibel.

Uzunca bir süredir elimde bu üç kitap. O bir sözcük, bir dize işçisi; bir yapı ustası. Bir sözcük onun için sadece bir sözcük değil. Bir olanaklar silsilesi; soyuldukça, bölündükçe yeni anlamlarla ışıyan bir saklı hazine; öpüldükçe yeni öpüşler çağıran bir nar içi dudak. Ve "her sözcük bir yara" şair için; "bulmadan, insanın ölemeyeceği"!

Lapseki'den lepiska bakışlı nehirden dönüyorum
mühürler yapıyor içeriksiz sesime

bir mendile desen
bir kalbe esen dilemek ten

mızraklarını saplayan maça kızı ziynet ten dönüyorum
dudaklarım iyi niyet dallarım keramet
maça değil naçar beyi olarak
çekirdeğimde hummalı mihnet ('ç ağlayan' adlı şiirden / Desibel)


Bu, çoktan bir tarz olmuş şairde. İlk kitabının ilk şiirinden beri sese, âhenk ögelerine, sözcük oyunlarına, yan ve çoğul anlamlara yaslanan bir şiir Mustafa Ergin'in şiiri. Sıkı, gereksiz dolgulara yer vermeyen ve kesinlikle başarılı, özgün bir şiir. Ama ben onun oyunu az, yalınlığı içinde anlam zenginlikleri barındıran şiirlerini de çok seviyorum ve küçük bir eleştiri olarak, bazı şiirlerinde, sözcük oyunlarının, bölmelerin, kesmelerin vs. kullanımında, şiirin çağıltıyla akıp bütünsel bir lezzetle bizi sarmalamasını güçleştiren bir doz aşımını görür gibi oluyorum. Yaratıcı, çalışkan bir şair Mustafa Ergin Kılıç. İzlemek kesinlkle ilham verici olacaktır. Eminim ki şiir için, şiir adına yapacağı daha çok şey var.

çin alfabesi

i
boş çerçevede resmi
resimde boş çerçeveyi görür

ii
kendi haline bırakır suyu

iii
acıyan çaydır kendinde durdukça
bir gece ansızın akıtır demini ('şairin yüzündeki alfabe' şiirinden / Lâlfabe)

İLHAN BÜYÜKCEBECİ // Denizsuyukâsesi // Temmuz-Ağustos 2007 // MUSTAFA ERGİN KILIÇ’IN BİR ŞİİRİNDEN

"Ç ağla*
çağla kalsaydım
kırağı vursaydı ağlasaydım olmasaydım
en yüksek dalında ağacın
kardeşlerimin büyüme nöbetini tutarken
sara nöbetimi unuttum!

güz yapraklarını süpüren saçların
başıboş sokaklar

genç kızlığın belikleri
annenin ilkokulda örüp terk ettiği

ruhundaki uçurumun yüksekliği denizle ölçülür

ben sana üzüm gibi bakmış bulundum
sen bana salkım salkım bakma

ölüm mart gibi gelir kıyılarıma
dalgalarımdan anlamaz martılar
MUSTAFA ERGİN KILIÇ

İlk çocuk(lar). Ağabeyi (ablası) ezilmelerin. Anne babaların öğrenme süreci; sonraki çocuklar için bitirme ödevi belki de: ‘Nasıl Sevilir Çocuklar.’

Çağla şiiri, aklıma annemin çocukluğunu düşürdü. Annem de ilk çocukmuş. Biri ölmüş on kardeşin en büyüğü. Kırklı yılların başı, İstanbul. Evlendiklerinde dedem otuz, anneannem on üç yaşında. İkisi de Afyonlu. Okuma yazmaları yok. Dedem güreş tutarmış. Anneannem ufak tefek olduğundan, nikâha giderken; memelerinin üstüne bez parçaları doldurarak büyüttüğünü anlatırdı. Annemi on dört yaşında doğurmuş.

Üsküdar’da iki göz oda bir ev. Anneannem Paşalimanı’ndaki Reji’de iş bulmuş. Dedem de geçici işçi olarak, Haydarpaşa’da Demiryolları’na girmiş.

Annem yedi yaşındayken, ikinci kardeşi yedi aylıkmış. Aradaki kız kardeşine de ablalıktan çok, annelik yapıyormuş “kardeşlerimin büyüme nöbetini tutarken.” Odanın birine asma salıncak kurmuşlar. Anneannem, kış günü bebek üşümesin diye; mangalı salıncağın altına koyuyormuş işe giderken. Bebek ağladıkça, salıncağı sallıyormuş annem. Yine de ucuz atlatılmış bir kaza: “genç kızlığın belikleri / annenin ilkokulda örüp terk ettiği” annem, bir gün salıncağı sallarken; bez çözülür ve bebek mangalın üstüne düşer. Yedi yaşındaki küçük-anne çok korkar, ne yapacağını bilemez. Hemen bitişikte oturan ninesine koşar.

Yaşlı kadın, bebeği mangaldan alır ama; bir elinin başparmağı ile bir bacağında derin yanıklar oluşur. Yedi aylık Hanife Bebek, şimdi benim ikinci büyük teyzemdir. Üniversite çağında torunları var. Eski bir türkünün garipliğinde; eski zamanlardan bize/şiire, çeyiz sandığının en dibinde saklı “ilk çocuklar masalı” olsun bu. çağla dediysem…ben sana bağevinin kapısından uzaklaşırkeneski bir çocukluk masalındanbakmış bulundumSevgili Mustafa,“kara incecik kıymık” gibi sızlatan şiirinve bozlakların acıtan sesiylegüz inmiş ömründen baktın bana…

FUAT ÇİFTÇİ // Şiiri Özlüyorum // AĞUSTOS-EYLÜL 2007 // Mustafa Ergin Kılıç ve Desibel

Mustafa Ergin Kılıç, insanda anlaşılmaz olanı öncelerken, damıtılmış, soyutlanmış, şematize edilmiş imlerle çıkıyor karşımıza. Her dokunduğu imge ellerinde kalıp erimiyor; ellerinde ne bir boşluk ne de parçalanmış ayna var. İmlerine güveniyor. Nesneleştirilmiş öznellik dünyasını ritmik bütünselliğe vardırarak, şiirinin sessizliğini açıkça gideriyor. Prizmatik alt katmanlara ayrılmış herhangi nesnenin içselliğini, görsel basınç altında tutmaksızın, dizgeden imgeye indirgiyor.

Yaşamı matematiğin çalışma masasında, bir imgeyi diğerine sürterek belki de, kimi zaman aralarında dağınık bağlantı olan rastlantısal zihinsel ışıklarını okura sürüklüyor. Desibel beş bölümden oluşuyor: aşk kenar, dik kenar, ikiz kenar, çeşit kenar, yalnız kenar. Yaşamın açılarını zihinsel retinanın yüzeyine yayıyor, okurun zihin kalkanında yaşam tülünün nefis salınışlarını irdeliyor. Bir çeşit yaşam tarifi veriyor Kılıç. “yarıktaki sudan çok sudaki yarık” dizesi de sanki bizi doğruluyor. Mustafa Ergin Kılıç art arda çıkan üç kitabıyla, günümüz şiirine adını kazıtanlar arasında gösterilmeyi hak ediyor…

AHMET GÜNBAŞ // MAVİ LİMAN // AĞUSTOS 2007

Öylesine rahat ve kendinden emin ki işini yaparken, vuruştura tokuştura gözü kapalı çalışıyor neredeyse. Hem birikimli, hem hızlı. Korkarım bu hızla Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı sollayabilir ileride... Kılıç, alışkanlıklarını kırarak yeteneklerini seferber eylediği zaman beğenimizin sınırlarını zorluyor... O bir ‘şiirçocuk’... Ben, Mustafa Ergin Kılıç’tan çok umutluyum...

zey tin ezmesi // GÖKYÜZÜ EDEBİYAT DERGİSİ/SAYI 3/ EKİM KASIM ARALIK 2007/

su oyuk
bırakmadı döve döve kayada!
kaya suda dalga

bıraktığın bende yemyeşil
terk edilmiş şiir
sarı bir mevsim yarısı ekim
kasımla başlayıp yasımla biten

dün akşam sildim yağmur damlası sanıp
kopmuş yapraktaki damlaları!

su mavisiydin
aktıktan sonra da mavi misin

yeryüzündeki en büyük facia
senin ya da benim ölümüm
demiştim bir gün sana
ikimizin ki birden ölüm

bakma bu dikiz aynasındaki
titiz yalnızlık benim
bu yalnız yüz sabah akşam
ulaşmak sözcüğünü çalıştığından

bir zirkon bir ametist bir akik
arama benim için
yerden bir çakıl al adıma
tüm ağırlığımı alır

hoş gel koş
ezmesinden başka
zeytin bulamıyorum hayatta!

doğan’ın kuramı! // YELKOVAN EDEBİYAT DERGİSİ/EYLÜL-EKİM 2007

kestim ağacı gövdem çıktı
yazılmamış dört kitap!
iki darp
aşk ve aşk
budadım dallarını uçlarında gök
bir solukluk çök
yaprağın dudağına

acımış reçinemden bal sağıyor otlar
baksana nasıl da sızıyor güneş ormana
nasıl da kamaşıyor gölge
usul usul kendini dinleyen gölde

sövdüm suyu övdüm yaprağı
gidenin değil düşenin yanındayım
aktıkça yaşayanın değil
durdukça sararanın

sürdüm toprağı
yaşamak için yarayı
toprağa sürdüm göğün perçemini
kurşunu yürüdüm
serçeyi büründüm
kırık dalda sıyrık güneşi
alına sürmeye eğilen mürdüm

bu haziranda karlar baktı içimden
aşk için birbirine kapanan yollar
ben sensizliği kürüdüm
gömdüm sessizliği
ses oldum
yankı oldum yürüdüm

güli ver // DENİZSUYU KASESİ /EYLÜL EKİM 2007

y
su ummuyordum dudaklarından
hiç öpülmemiş çeşmenin
seviyordum seli yordum

ellerimi yumuyordum iki kalp
yan yana konulmuş masada
birbirine bilenen iki asa
birbiri olmuş tek yasa
iki yer elması birbirinde gök arayan
birbirine kök

bekledim yaşını çeşmenin
kuru akan bakışını
birkaç kuş ve kuşku binlerce
sesimin sesinle dağılan uyuşukluğu
kalbimin kalbinle açılan buruşukluğu

ya
defosundan öptüm kumaşı karartan suskuyu
hiç görülmemiş ufosundan dünyayı
bir uzo birkaç yunan adası oturttum
kendini bekleyen sularıma
ben gelemedim sen gel dedim

bir yıldız yırtığıdır aşk cam kırığıdır
insanlardaki kesiklerini toplayan
bir pencerenin sağlam kanadına bakışıdır
kırılanı kendiyle bırakıp
kalanı kuşlara açışıdır

bir hattata el yazması gül sızması
bir dülgere neşe kokulu meşe
bir terziye desen bakışı
kendini hata yapışı insanın
yaşadıkça acılaşması bir kantatın

yar
duyargama saplı birer kama gözlerin
kırpıldıkça yalnızlığımı kırpan

çakılla yaşamasını kayısı bile öğrendi
armudun alnı olmuş yarıkları
dutun gövdesi kumları

yaşayamıyorum teninden çöreklenmiş kuşlarla
uykularda terinin ördüğü
koluna girmiş bir hasır sepetim
içimde büyüyen kirazları gör dedim
içimde büyüyen birazları çöz

yara
bak omuriliği eğri büyüyor mürver
halbuki omurundan öpülünce her ağaç güliver
mürvere keder yakıştığı doğru
ama sen dal dal baktıkça gövde su ister
gövde su