20 Temmuz, 2007

SELÇUK ARAT SÖYLEŞİ: ANDIZ /TEMMUZ AĞUSTOS 2007

1)
Sevgili, Mustafa Ergin Kılıç;
Edebiyat dünyasına mensup kişiler arasında çirkinlikler son dönemlerde sıklıkla yaşanmakta. Birbirinin arkasından konuşmalar, çekememezlikler, ikiyüzlülükler... Özellikle internetin bu alana girmesi ve sanal dünyada “rahatlığından ve serbestliğinden” ileri gelen “dik başlılık, sorumsuzluk, dışa vurum” gibi tutum ve davranışlar, daha çok sergilenir, alenen yapılır ve çok kısa sürede yayılır oldu diye düşünüyorum.

Hiç şüphesiz aynı ortamı paylaştığımız bu dünyanın böylesine kirli olmasının, önce bireylere, sonra da edebiyatımıza çok ciddi darbeler vurduğuna inanan biri olarak, şunları sormak istiyorum:

Sizce bu kirlilikten söz etmek mümkün mü, böyle bir tablo var diyor musunuz siz de? Bu pencereden baktığımızda, sizi mutsuz kılan neler var? Nedir Türkiye’de edebiyatı çirkinleştiren, kimlerdir ya da? Oysa edebiyat, hem sözcük, hem de anlam bakımından, başlı başına bir güzellik…

Şimdi her daim söylediğim bir şey vardır. Hayatın her noktasında olduğu gibi edebiyat alanında da insanı ele almak gerekir. İşte hayatın zorluğu da burada. Ben hep insanın mayasıyla ilgilendim bugüne kadar. Çünkü yeryüzünün ve doğanın altyapısını atan bunu temellendiren insan mayasıdır. Bazen hamur ekşiyebiliyor. Hâlbuki annelerimiz yoğurduktan sonra mayalanması için hamurları sıcacık sararlardı. İşte bozuluyor demek. Sonradan ne oldu PAKmayalar çıktı. Hazır mayalar. Hazırlanamayan mayalar hayata ve insana! Kirliliği yaratan insan egosu ve insanın yenilmezliğidir. Oysa ne demiş Max Jacob “Şair Olmak İçin Öncelikle Bir İnsan, Sonra Şair Bir İnsan Olmak Gerekir”

Sanatın her dalında olduğu gibi edebiyat özellikle şiir bir rehabilitasyon merkezidir insan için. Ki tüm bu sıkıntıları çıkaran edebiyatçılar dolayısıyla şairlerse, bu incelikli dizeleri yazan, adeta yeniden yaşanılır kılınacak hayatlar üretmeye çalışan; hayat mühendislerinin sorumsuzca davranıp birbirlerini yıpratma politikalarını onaylamak olanaksızdır. İşte söz yeniden her şeyin temeli insandır kavramına gelip dayanıyor. Şimdi zamanımızı bu gibi lüzumsuz şeylerle meşgul edeceğimize bir çiçeğin bunca global iklim değişikliklerine, bunca sıcaklık farklarına, bunca zamansız düşen kırağıya rağmen direnip; insana bir ders verircesine açmasında bir anlam arasak diyorum. Dağların altında madenler arayacağımıza içimize verilen insan cevherini çıkarsak, bunu işlesek diyorum. Yapa ve yalpayalnız nesiller yetiştireceğimize biraz daha tutsak birbirimizin elinden. Bakınız camın pervazına sofra bezinden döktüğünüz üç beş parça kırıntıyı nasılda beş güvercin paylaşıyor. Bizler insan olarak somunların peşine düşmüşüz. Hem de bir edebiyat dünyasında! Oysa insanı ve şiiri kırmak yerine, kucağımıza istiflemek istediğimiz ve kalbimizde körüklediğimiz ego sorunundan kırsak biraz, suların nasıl daha berrak ve potansiyelini kinetiğe çevirerek heybetli aktığını görürüz o vakit.

Buradaki ana sorun, bireyden başlayan egoizm ve benmerkezcilik. Bu toplumları da direk etkiliyor dolayısıyla. Toplumsal tehlikelere ön ayak oluyor. Dünya haritaları çıkıyor, reserv yerleri belirleniyor ve ülkeler bölüşülmeye başlanıyor. Bugün Amerika’nın tutumu önüne geçilemez bir üst ego, sahip olma dürtüsü ve yaparsam olur yaklaşımından başka nedir ki. İşte dünya insanları olarak bu tip modellerin temelini çoktan atmışız bile. İşte şiir ve edebiyat ve sanat burada devreye girip ve şair olarak bizler kendimizi ehlileştirmeyi öğrenmeliyiz. Çünkü edebiyatın çirkinliği insanın çirkinliğidir. Ham maddeden başlamalı değişim. Yoksa ürün daima kötü olacaktır. Nesiller boyu bunun önüne geçilemeyecektir.

Şöyle demiştim 20’li yaşlarda ilk şiirlerim yayınlanmaya başladığında “önce kendimi ehlileştirdim hayatı anlamak için, sonra hayatı ehlileştirdim kendimi anlatmak için”


2)
Neler yapılmalı Türk Edebiyatı’nın geleceği için? Yeni kuşaklar nasıl bilmeli, nasıl öğrenmeli edebiyatı?

Edebiyat bir birikim işidir. Bir donanım. Öğrenmek istemekle de öğrenilesi bir şey değildir. İnsanın DNA sarmalında olması gereken, genlerine işlenmiş bir veridir. Tabiî ki buna aile, çevre ve eğitim çok etken olacaktır. Ancak temeli okumaya dayanan bir sosyal bilimin, aşısının çocukken yapılması gerekmektedir. Bir insan gençlik yıllarda tamamen kendini popüler kültürün ellerine teslim etmişse; Tanzimat’ı, Cumhuriyet Edebiyatını, İkinci Yeni’yi bilmiyorsa; James Joyse (Ulysses), Kafka’yı (Yabancı), Hesse’yi (Siderta), Dostoyevski (Karamozov Kardeşleri), Paz’ı, Çehov’u dünya edebiyatını özellikle Rus edebiyatını bilmesini bekleyemezsiniz. Diğer bir yandan edebiyat şiirden de ibaret değildir. Bugün yeni nesilden kaçı Hasan Ali Toptaş’ı, Cemil Kavukçu’yu, Selim İleri’yi, Nedim Gürsel’i, Burhan Günel’i, Vecihi Timuroğlu’nu biliyor.

Bugün PATİKA’nın toplantılarına dışarıdan davet ettiğimiz arkadaşlara hangi edebiyatçıları okuyorsunuz diye sorduğumuz da Yılmaz Erdoğan, İbrahim Sadri, İclal Aydın, Yaşar (sanatçı olan), Güler Kazmacı cevabını alıyoruz ( Oysa Enis Batur’a İclal Aydın’ı sorduklarında “Böyle bir yazar mı var Türkiye’de. Yok. Olsa önce ben bilirdim” dediği gibi. O vakit siz koskoca Haşim’i, Nazım’ı, Süreyya’yı, Ayhan’ı, Uyar’ı, Berk’i, Berfe’yi, Anday’ı nereye koyacaksınız ve ne diye tanıtacaksınız.

Dolayısıyla birileri bir takım kütüphanelerden çekip çekip kitapları yalnızca göz dolgunluğu için daha çocuk yaşta belli başlı eserleri çevremize koymalı. Sobanın kenarındaki minderin yanında, kaloriferin üstünde, cam kenarında, mutfak masalarında. Ve dolayısıyla ilk bellekte bilinçlenme ve beyinde kabullenme süreci başlamalı. Tabi hepsinden önce toplum olarak bu kültür seviyesine erişmemiz gerekmekte. Onlarda haklı aslında hangi yazarı takip edeceklerini şaşırıyorlar. Her yeni gün beş on tane kültür mantarı beliriyor çevremizde! Toplum bir kültür şizofreni geçirmeye başlamış!

3)
Genç şairlere (ki sizi de aslında bu sınıfa koymak mümkün) baktığınızda, onların şiir anlayışlarında ve poetik duruşları hakkında neler söyleyebilirsiniz? Kendine nasıl bir izlek belirleyen ve neler yapan gençler Türk şiirinin geleceğinin temellerini oluşturacak?

Bu sorunun cevabını PATİKA genç şair soruşturmasında da vermiştim. Ancak oraya geçmeden önce şunları belirtmek gerekmekte. Bugün Türkiye’de 30 yaş altı çok başarılı birçok şair sayabilirim size. Her şeyden önce genç arkadaşlarımız yazdıkları yenilikçi şiirlerin yanında, bir sinerji yaratarak farklı tarzlarda şiir anlayışlarıyla da edebiyattaki yelpazeyi genişletmekteler. Bugün Türkiye’de var olan somut şiir diye bir kavramı kimse yadsıyamaz. Yine divan şiirinin peşinden giden, bunun çok modern ve başarılı örneklerini veren genç arkadaşlarımızı kimse yok sayamaz. Yine kendi içlerinde toplumcu imgeci şiirin başarılı örneklerini veren (ki bende bu konuda öncü şiirler yazdığımı düşünmekteyim) Şiire daha yenilikçi bakan, sürekli ivmelenmesi ve devinim halinde olması gerektiğini söyleyen ben ve benim gibi birçok arkadaşım şiir bayrağını bir yerlere taşıma derdindeyiz. Yine Lacivertsanat oluşumunda bulunan birçok genç şair arkadaşın şiir konusunda ne kadar emek sarf ettiğini yalnızca bir şair değil dergici olarak da gözlemlemek de ve yakından takip edebilmekteyim.

Ben kendi şiirimin dinamiklerini nelerin oluşturduğunu MODERN ELİT DİNAMİK ŞİİR BİLDİRGESİ adı altında sunacağım yakında. Aşağıda genel duruşu ile ilgili açıklamalarda mevcut.

“Bir bahçe hep aynı kalmamalıdır. Geçen bahar begonvilse bu bahar çitlembik açmalıdır. Şimdi buna iklim ve toprak müsaade eder mi diyeceksiniz. Burada Pavese’nin yine şu sözleri cevap olabilir: “Şiirin başlıca temeli, daha şiir başlamadan şairin imgeleme yetisinde tohum olarak yaşayan o duygudaşlık bağlarının, o biyolojik saplantıların önemini bilinçaltı bir duyarlıkla sezmektir”. Dinamik şiirin dinamizmini tetikleyen de budur işte. Bir tarla pamuk ve pirinçten sonra, tütün de verebilmelidir. Dinamik şiirin temel ilkesi çeşitliliktir. Anlamda, kavramlarda, dilde, şiir yapısında, imge örgüsünde, seste çok çeşitliliktir. Dinamik şiir yaşayan bir şeydir”

Şunu söylemek istiyorum benim üzerinde çalıştığım bu şiirin geleceğin şiiri olacağı konusunda hiç tereddüdüm yok. Bu konuda yenilikçi davranan arkadaşların da 2000’li yılların şiirinde öncü olacağı kanaatini taşımaktayım. Çünkü bu sıradan kalıpları kırmadıkça, imge de özgünleşemedikçe, şiirin kalıpları zorlayıcı, yıkıcı yeniden yapıcı, yıkıcı yeniden yapıcı olduğunu kabullenmedikçe, şiir meşalesini gençler olarak bir yere taşımak olanaksızlaşacaktır.


4)
Şiirin o kutsal sularına yelken açalım ve şiiri tanımlayalım dilerseniz. Nedir şiir sizin için?
Şiir bir iç kanamadır. Şiir yalnızlığınıza örttüğünüz bir örtüdür. Şiir bir başkalaşımdır. Şiir insanın karanlığıdır. Işık aldıkça fenalaştığı, soludukça kendinden sızdığı ve yavaş yavaş eksildiği bir yanıdır. Şiir aslında evrensel kümedir.

Şair gözünden bazen şiir boş kümedir! Sen eksilirsin o tamamlanır. Sen bölünürsün o çoğalır. Sen kısalırsın o uzar. Ve yekun aldığında bir çift göz çıkar ortaya. Kalbine iliklediğin bir çift söz. Ama şiiri doyuran okuyucudur. Bu da bu ülkede mümkün olmadığı için şairin yalnızlığını şiiri de çeker!


5)
Şiirlerinizde yer yer toplumcu imgeci tutumlar, yer yer modern şiirinde kalıplarından sıyrılarak farklı bir izlek sürmektesiniz. Şiirde sözcüğün ne kadar da önemli bir yer teşkil ettiğini, şiirin ahengi ve mihengi olduğunu gösterme çabası sezmekteyim. Sözcük de, dize yapısında ve bir bütün olarak şiirlerinizde yenilikçilik gözlenmekte. Neler söylemek istersiniz bu konuda? Neler anlatır şiirleriniz?

Tespitlerinizde tamamen haklısınız. İşte tüm bunlar dinamik şiirin dinamikleridir.

Modern Elit Dinamik şiirin altyapısı her sözcüğün şiirde anahtar olma eğilimidir. Dize içerisindeki sözcükler kendi anlam ve içeriğini zorlayarak şiire bir doğurganlık getirir. Burada amaç her sözcüğün başlı başına bir şiirin yapı taşı olduğunu sergilemek ve bir sözcüğün bünyesinde barındırdığı nitelikleri ortaya çıkarabilmektir. Sözcüğün şiirdeki etkisini ve yaratıcılığını vurgulamaktır. İnsanın hücre yapısının önemi gibidir. Uzun vadeli yaşamak için (bir şiirin kalıcılığı ile bağdaşır) nasıl hücrelerinin kendini yenilemesi gerekirse, şiirde de hücre sözcüktür. Hep kendini yenileyen anlam olarak büyüyen bir boyut kazandırmalıdır. Her okunulduğunda yaptığı yeni çağrışımlarla belleği zorlamalıdır. İmde şiirin kalıtsalıdır. Şiir her okunduğunda farklı bir anlamla bizleri selamlamaktadır.

Dinamik şiirin derdi insana her dizeyi motif motif işlemektir. İğneyi batırmaktır. Renk renk ipliklerle farklılığını insan belleğinde kayıt altına almaktır.

Dinamik şiir kendi içerisinde dizeler arası ve sözcükler arası göndermeler yapar. Böylece şiiri daha akıcı, sözcükleri daha kalıcı ve şiiri de bütünsellik açısından akılcı kılar. Şaşırtıcılığı da buradan gelir. Şiir her dize de yenilikçiliğiyle yaratıcı imgeleriyle, anlamdaki çok çeşitliliğiyle ön plana çıkar.

Aslında ben şiirimi çok geniş bir perspektiften ele alırım. Şiirim yeryüzünün bir yansımadır. Şiirim hüznün bir yansımasıdır. Şiirim yalnız başına ama çok gür insanın insanda akmasıdır. Şiirimin temelini aşk, insan ve toplumdur. Çünkü duyarsızlıktır hayatta beni çıldırtan. Eğer insansanız ve eğer bu yeryüzünde yaşıyorsanız, dünyadaki her olaya kulak vermek zorundasınız.


Bakınız Damar’ın Ocak 2007 sayısında yayınlanan Bağdat Bağdat’ karşı şiirim nasıl bitiyor

fışkırmak için yarık beklemezken su
güneşe bükmezken ay çiçeği boynunu
çocukların gazozu sökerken iliğini

duruyor insanlık
ölüm(ün) saatini kuruyor

Ve yine hangi çocukluk isimli bir şiirimin son kısmını burada sizinle paylaşmak istiyorum:

x
Türk bir çocuk Kürt
Kürt bir çocuk Türk
aynı harflerden yapılmış
doğada saf bulanan
ve birleşik ve bütün
119 derecede eriyen
444 derecede kaynayan kükürt

çocuk yaşamın dudağında uçuk
ikindinin dudağında büyüyen morluk
akşamın kucağında
kauçuk yürekli

ve bir misket gibi
yuvarlayan dünyayı!

Şimdi şunu söylüyorum bugün yeryüzünün dengeleri değiştirilemeye çalışılırken siz bir şair olarak buna sessiz kalırsanız, tüm toplumun vicdanın sesi olmayı başaramazsanız bu içinizde yara olarak büyüyecektir. Çünkü sanatçı topluma nefer olmalıdır. Topluma önder. Gönderi bayrağa çekmek sanatçının, bayrağı dalgalandırmak ise toplumun görevidir (tabi sanatçının da)

Şiirimin bir yanı aşka ve doğaya diğer yanı toplumun dinamiklerine dayanır. Dinamik şiirin temeli doğaya bağladır ve doğadan beslenir. Doğadaki süreğenlik ve akıcılık dinamik şiirin merkezini oluşturur. Bu hareketlilik doğanın temel bir yansıması olarak şiirin içinde belirir. Temel öğeleri doğanın içerisinde bulunan sözcüklerdir. Şiirin inşasını bu sözcükler teşkil eder. (bir dalın salınması, bir kuşun devinimi, uzun vadede de olsa bir toprağın usul usul kayması, bir nehrin doğanın rehberliğini üstlenip yeryüzünü gezmesi yine denizin kendi içerisindeki anafor gibi, yağmur tanelerindeki irili ufaklı ifadeler dinamik şiirin meşguliyetidir.


6)
“Şiirde arayışı çok severim” diyorsunuz. Bu arayış nedir? Ne olmalıdır size göre, açabilir misiniz?

Genç şiirin dinamizmidir. Yazılabildiği iddiasıdır. Eskiyenleri atmak ya da yamalamak değildir amaç. Yenisini dikebilmeyi bilmektir. Farklı formlarda ve modellerde her insanın ruhuna oturabilecek şiir beklentisidir. Her rengi kullanmayı bilmektir. Renkler arası geçişleri ve renkleri karıştırarak yeni yapıları elde etmeyi becerebilmektir. Amaç toplumun doygunluğu değildir. Ama beslenme ve şiirdeki çıkış noktası hayat ve toplumsa, toplumun şiirsel açlığına yanıt bulmasını bilmek gerekmektedir. Bir şair gökkuşağındaki tüm renkleri bünyesinde barındırabilir. Çok çeşitlilikteki kasıt şairin şiirini tüketmemesidir. Dinamik şiir geleceğe kalmak için çabalar. Bünyesinde hep bir soru işareti barındırır. Bir çözümsüzlük ve bir çıkışsızlık içerir. Dil ve anlamda hep yeni olanı dener. Çünkü var olanı tekrarlamak ve tekrar olanı var etmeye çalışmak, değişik formlarda sunmak günlük edebiyatın beklentilerini karşılayabilir. Şiir şairinin geleceğe bırakacağı en büyük yengi olmalıdır.

Dinamik şiir buluş öğesini şiir ve sözcük temelinde çok önemser. Şiire sürekli bir katkı ve sürekli bir çağrışımlar bombardımanı sağlamayı ilke edinir. Anlam örgüsünü, bütünlük yetisini ve imge tütsüsünü şiirde yakmayı unutmadan, en ince zekayı işlemeye gayret eder. Bu yüzden geniş bir perspektifi olan ve üzerinde çalışıldıkça kendini ele veren bir şiir ortaya koymaya çalışır.

Duyargaları sonuna kadar açılmış, toplumsal izlekleri içinde barındırmaktan korkmaz. Bir ressamın doğanının renklerini hassasiyetle işleyişini, bir heykel traşın her darbede yeni bir buluşa çığır açışını, bir sanatçının sesini çok çeşitli kullanışını, bir bahçıvanın gülü yeniden var etmek için budayışını kendine izlek edinir.

Sözünü İlhan Berk’in “Şiir duvarcının elinden düşürdüğü tuğlanın yere düşmesinde değildir/ havada asılı kalmasındadır” dizelerindeki yalvaçlığıyla, dinamik şiirde de neyi aradığını vurgulamak ister.




7)
“Şair, bana yağmurdan bahsetme, yağdır!” diyor Victor Hugo. Ne demiş olmalı sizce?

İşte şiirin gizemi ve efsunu da buradan gelmekte. Şiir anlatılmaz yazılır. Mallerme’nin dediği gibi “şiir sözcükler dinidir” . Şiir çatılır, ortaya çıkarılır ve doğum geçekleşir. Artık bu çocuğu her okuyucu kendinde farklı besler, büyütür ve benimsetir. Kimi yıllar sonra Yılmaz Odabaşı’nın Feridesi olur. Kimi yıllar sonra Nazım’ın Hürriyet Kavgası. Kimi Turgut Uyar’ın Göğe Bakma Durağı. Kimi Necip Fazıl’ın Kaldırımlar’ı. Kimi Atilla İlhan’ın Ben Sana Mecburum Bilemezsin’i. Kimi Orhan Veli’nin İstanbul’u. Bakınız herkes farklı sahiplenir ve farklı solur şiiri kendinde. Ve şiir şairinin önüne geçer. Ondan çıkar, bizim olur.

Demek ki şiir yazılır ve sahibine teslim edilir. Artık üzerinde düşünmesi gereken üzerinde yazması gereken okuyucudur. Şair annelik görevini tamamlamış ve şiirini doğurmuştur. Şimdi sıra okuyucudaki büyütme işlemindedir. Oğuz Atay’ın dediği gibi “Ben buradayım sevgili okuyucu, sen nerdesin”

8)
“Şiirde mühendislik gerektiğinin farkında. Salt ilhamın bir olumluluk içermediğini kanıtlıyor, Mustafa Ergin Kılıç” demiş, Hüseyin Avni Cinozoğlu. Evet, salt ilham şiirin doğması, oluşması ve tamamlanması için tek başına yeterli bir öğe değil! Sanırım bu tanıma sadece tuğlalardan örülmüş bir evi örnek göstermek yanlış olmayacaktır. Her halukârda ev örülmüş, fakat tamamlanmamıştır, öyle değil mi?

Şiirdeki bu mühendislik kavramını açabilir miyiz? Nedir mühendislik? Gençler nasıl birer mühendis olabilirler?

Bakınız aslında Cinozoğlu hocamla ile çok geniş şiir söylemlerimiz, şiir üzerine çalışmalarımız olmadı. Yalnız ne kadar gerçek bir şair olduğunu benim şiirlerimi okuduğunda anladım. Şiirimi benden daha iyi analiz eden biriyle karşı karşıyaydım.

Burada söylenmek istenen ilhamla şiir yazılmayacağıdır. Şiirin bir söz işçiliği, dize bekçiliği, zaman törpüsü, ömür eskisi olduğudur. Çünkü insana bir sevinç, bir aşk, bir ölüm şiir yazdırabilir. Ancak bu iç döküşten, kişisel bir günlükten öteye geçemez. Şiiri şiir kılan yazıldığından sonra üzerinde çalışılan süreçtir. Mühendislik konusu da buradan gelir. Temelinde şiir bir proje ve plan doğrultusunda yazılmazmış gibi gelse de, kaba hat çıktıktan sonra, taş taş örülür. İç aksesuarları ve cephe aksesuarları yerleştirilir. Mesela şiirde isim başlı başına bir iştir. Tüm bu detaylar da bir mühendislik inceliği, bir hesap duyarlılığı gerektirir. Şiiri yazdıran duygular değildir.

Bugün olduğunu kabul ettiğiniz bir şiiri üç ay sonra elinize aldığınızda şaşırabiliyorsunuz. Bu da her zaman şiirin hep bir süreç işi olduğunu göstermez. Bazen doğru bileşenlerin ve parametrelerin olduğu bir ortamda on dakika çıkan şiir yüzyıllık olabilir.

Ancak şiirin bir bilim olduğu muhakkak. Buradaki mühendislik mecaz. O hassasiyet ve yaklaşım gerekmekte. Bakınız şiir insandır. Bugün by pass ameliyatına giren bir kişiyi hayata döndüren nasıl 3-4 damarının değişimiyse, sizin de şiir diye yazdığınız şeyi, 1 yıl sonra elinize aldığınızda hayata döndüren 3-4 sözcük değişimi olabilir. Sonra şiir şiirliğini soluduğunu ve yeni bir yaşama başladığını fark eder. İşte şair de burada kalemini neşter gibi kullanabilendir. Ben çok şiirimi yıllar sonra dize dize silip geriye birkaç sözcük bıraktığımı bilirim.
9)
2006 Eylül ayında çıkan ilk kitabınız “Lâlfabe” nin ardından Kasım 2006’da “Beş Duyum”u çıkardınız. Biraz da kitaplarınızdan bahsedelim şimdi de.

Konuyla ilgi değerli üstatlarımızın görüşleri kısa kısa vermekte fayda görmekteyim.


İronik bir dille hayatın değişik koordinatlarını içeren imgeleri, kendine özgü bir buluş tekniğiyle başarıyor. HÜSEYİN AVNİ CİNOZOĞLU
”küçük harf kırgınlığı var bende” dizesiyle anımsayacağım şair, çağrışımlar getiren dizelere daha çok düşkün. Şiir yolunun başında, kararlı adımlarla yürüyen şaire selam olsun. AHMET UYSAL
“geçmişimi topladı sular bir kıyıya / düz ovada patika bulan kaygıya // küçük harf kırgınlığı var bende / büyüsem de bir cümleye başlasam / kendine yetmediğini anlatsam noktaya” (z), yüzündeki alfabeden kalanlar, lâlfabe... Ne güzel bitmiş şiir (ya da ne güzel başlıyor yeniden). Eline, yüreğine sağlık. Anlaşılan o ki, daha pek çok kez ellerimin arasına bir gül gibi konuverecek kitabın.
AZİZ KEMAL HIZIROĞLU

Oldukça duyarlı, nesnel bir adamın feryadı gibi. Hem benim uzağında olmadığım bir şiir. TUĞRUL KESKİN
“Mustafa Ergin Kılıç’ın kitaplarından önce şiir dosyalarını okumuştum. Her dosyasıyla ilgimi çeken bir şair oldu. Galiba en sevdiği dil, şiir dili. Kelimelerle halvetinin hiç bitmemesi, onlardaki anlamı iyice açığa çıkarma çabasının yanı sıra, onlara yeni anlamlar yükleme isteği de özellikle dikkat çekici. Kelimelerle ne zaman sevişip ne zaman savaştığımızı ayırt etmek doğrusu pek kolay değildir. Zaten Kılıç'ın şiirleri de bunu kolaylaştırmak için yazılan türden değil. Şiirin kelimelerle yazıldığını bilen bir şairle karşı karşıyayız. Hem kelimelerin büyüsüne kapılmayan bir şiir de yeterince çalışkan bir şiir sayılmaz. Mustafa Ergin Kılıç'ta bu çalışkanlığı gördüm. Bu özenli tutumunu sürdürdüğü sürece onu hep iyi bir şair olarak okuyacağımıza inanıyorum." HAYDAR ERGÜLEN Ne mutlu. Yeni şiirin yazılmakta olduğunu lâlfabe ve Beş Duyum’la bir kere aha gördüm.YAVUZ ÖZDEM


Ancak genel anlamda lâlfabe benim şiirimin üst düzey kitaplarından birisidir. Olgunluğunu çoktan tamamlamış, şiirin altyapısı iyi atılmış bir kitap. Bu kitabın ilk bölümünde sözcüğün şiir üzerindeki baskınlığı ve merkezciliği üzerine denemeler yapılmış, şiiri şairden daha çok sözcüğün yazdığı gösterilmiştir. Sözcüğün içindeki anlam türevleri çıkarılmış, sözcükler doğurganlaştırılmıştır. Diğer kısımlarda da uzun soluklu, iç dengeleri ve dize yapıları iyi kurulmuş, imge zenginlikli şiirler bulunmaktadır. Ancak hepsi farklı dinamikler, yaklaşımlar, şaşırtıcı kurgu ve şiir yapıları içerir.

Beş duyum’da ise toplumcu yüzümü birkaç şiirde öne çıkardım. Genel de kısa örgülü şiirlerden oluşmuş, az sözcükle derin anlam yakalama ve şiirde sadeleşme yolu seçilmiştir. Bu kitapta imgenin özgünlüğü uç noktalara taşınmıştır. Benim şiirimde son yıllarda özellikle su imgesi çok ağır basmaktadır. Beş duyum’da da su önemli bir araçtır şiirlerde.

şimdi suyun ağladığını
kendinden başka kim anlar!


10)
Patika’dan da söz edelim isterim. Nasıl bir dergidir Patika? Amacı nedir? Patika ile ilişkinizi anlatır mısınız bize?

PATİKA dergisi tamamen amatör ruhla 16 yıl önce kurulmuş. Başlangıçta edebiyatın uzağında duran daha sonra merkezine doğru yerleşmeye başlayan ve 50. sayısından sonra yeniden yapılanmasıyla, bana göre Türkiye’de önde gelen edebiyat dergilerinden birisi. Çünkü bu edebiyat ortamında son yıllarda her sayısı ortalama 1000-1100 satan bir dergi.

PATİKA’nın yapısı Türkiye’de hiçbir dergide yok. Çünkü okuyucuya tamamen açık, sahiplenmek ve yer almak isteyeni kabul eden gerçek edebiyat emekçilerini barındıran bir ortam. Her okuyucuya cevap veren gerektiğinde eleştiri yazısı yazan, okuyucuyla diyalektiğini geliştirmiş ve okuyucuya var gücüyle katkı sağlamaya çalışan bir dergi. Bu şu demek: Ben 2000’li yıllarda PATİKA’ya gönderdiğim bir şiir akabinde dahil oldum. Ankara’da yaşadığım için beni dergi toplantılarına davet ettiler. Ve süreç başladı. Bakınız 6-7 yıl olmuş bile. PATİKA bir okuldur. Özgür iradenin yer aldığı.

Son yıllarda yaptığı söyleşiler yayınladığı şiirler, hazırladığı dosyalarla, genç şairlere kapılarını açmasıyla, edebiyatımızda büyük bir boşluğu doldurmaktadır. Çünkü şair adayların ve yazarların en büyük sıkıntısı, dergilerde karşılarında muhatap bulamamalarıdır. Ancak PATİKA’nın ilk görevi okuyucuyu hiçe saymak yerine, gelen iletileri çok kısa da olsa, mümkün olduğunca kısa zamanda yanıt verebilmektir. Ki gelen ileti sayısı haftada çoğu zaman 150-200’lere varmaktadır.

11)
Ankara büyük şairler çıkaran aslında edebiyatımızda önem teşkil etmesi gereken bir şehir. Zaman zaman Ankara’ya gelsem de pek ısındığımı ve hoşlandığımı söyleyemem. Mustafa Ergin Kılıç’ın Ankara’sı nasıldır? Ankara’nın sosyal ve kültürel yapısını bir şair gözüyle değerlendirir misiniz?

Şimdi siz ANKARA deyince birden bir esikliğimin farkına vardım. 10 yıldır edebiyatın içerisinde olan biri olarak hiçbir şiirimde Ankara adının geçmediğini fark ettim. Tabiî ki birçok şiirimin ana beslenme kaynağı olmuştur. Sanatsal altyapımı attığım şehirdir. Değerli Şair Ali CENGİZKAN’ın Ankara şiirleri geldi aklıma.








KARANFİLLER VE İNSANIN HUYU şiiri nasıl bitiyor bakınız:
……………. Hepsi bitti. Bir kumru gördüğümde(Ankara'da ne kadar da arttı kumrular, bilemezsin belki aşktan, belki ayrılıktan diyorlar)işte ben bir kumru gördüğümdehaberini alıyorum bahçesindeki heykelin.Biraz büyükmüş.Biraz mağrurbiraz sadebiraz ezikdururmuş öyle. Bakanlıklardayım elimde kırmızı bir karanfille.Hangi bakanlık mı, kuşkusuz gönlümün bakanlığı.


Ankara kendi içinde konuşlanmış biraz dışarıya kapalı kendi içinde bir şehir gibi gözükse de son yıllarda yeni açılan (bir o kadarı da kapandı) edebiyat dergileriyle, şiir atölyeleriyle, düzenlenen söyleşi ve şiir dinletileriyle, dergilerin açtıkları kültür sanat evleriyle bir hayli soluklanmıştır. Ama yine de temel sorun Ankaralı şairlerin bir araya gelememesi ve tutkunlaşamamasıdır. Şair çırak ilişkisinin neredeyse hiç yaşanmadığı kendini kanıtlamış Cemel Süreya gibi Ceyhun Atuf Kansu gibi büyük şairler çıkarmış Ankara’nın bir okul olamaması hep üzmüştür beni.

Bugün baktığınıza AHMET TELLİ, ABDÜLKADİR BUDAK, ŞÜKRÜ ERBAŞ, SALİH BOLAT, ÇİĞDEM SEZER, HÜSEYİN ATABAŞ, ALİ CENGİZKAN, SELAMİ KARABULUT, AYDIN ŞİMŞEK gibi daha listesini çok uzatabileceğimiz şairler çıkarmasına rağmen, bir oluşum bir birliktelik bir usta çırak ilişkisi geliştirilememiştir. Bu şairlerin izole olmasından mı, böyle bir katkıyı esirgemelerinden midir bilinmez ama hep bir sıkıntı olmuştur benim için. Son yıllarda birçoğu da Ankara’dan taşınmıştır.


12)
Birçok yarışmada aldığınız ödülleriniz var. Bunları sizden bir kez daha duymayı ve henüz hiçbir yarışmaya katılmayan ve uzun bir süre katılmayı düşünmeyen biri olarak, Türkiye’deki edebiyat yarışmalarına bakışınızı öğrenmek isterim.

Edebiyatın ilerlemesi yönünde gerçekten teşvik edici ve adil olup olmadıklarını söyleyebilir miyiz? Neden?


''2006 Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü'' ve “2006 Yaşar Nabi Nayır Şiir Gençlik Ödülleri” yarışması sonucunda; Seçici Kurul adının anılmasını kararlaştırdı. Kocaeli Üniversitesi 2006 Gençlik Şiir Övgüye Değer Ödülünü, 2006 Yunus Emre Şiir Özendirme Ödülünü ve Hasan Bayri Şiir Ödülünü (3.lük) aldı. 7. Safranbolu Uluslararası 2006 Film Festivali Şiir Ödülünde “lâlfabe” isimli dosyası “Mansiyon Ödülü” aldı ve kitaplaştırıldı. Sonra 2007 Atilla İlhan Şiir ödülünde “desibel” isimli dosyam mansiyon aldı.

Şimdi bakınız yukarıda da belirtmiştim insan egosunun yenilmez bir şey olduğunu. Aslında bazı çaresizlikler ve kendini ifade edememe sıkıntıları insanları bu yarışmalara teşvik ettiklerini düşünmekteyim. Önce şunu anlamak için yarışmalara katılıyorsunuz. İyi ve özgün şiirler yazdığınızı düşünüyorsunuz. Dergilerde bunlara cevap bulamıyorsunuz. Sonra dergilerin cevap veremediği bu şiirlere yarışmalardan ödül gelmeye başlıyor. Bir ikilem içerinde, kaotik bir hava solumaya başlıyorsunuz. Adeta çelişkiler ülkesi oluyorsunuz.

Sonra yıllarca dergilerde yayınladığınız şiirleri dosya halinde bir yarışmaya gönderiyorsunuz. Hiç bir şey ifade etmeyebiliyor.

Ya da yıllarca yastık altında biriktirdiğiniz, her sabah biraz daha bahar aşısı yaparak büyüttüğünüz, her gün biraz daha deme çektiğiniz, kiraz yedirdiğiniz, çağla koparttığınız ve hayatın tam ortasında mühür gibi düşeceğini hissettiğiniz bir dosyanızı yarışmaya gönderiyorsunuz. Bu sefer yanılmadınız. Evet ödülü alıyorsunuz. Şimdi şair olarak insan olarak ne beklersiniz. Bu şiirlerin hiç olmazsa birkaçının birkaç dergide yer bulmasını. Bulamıyorsunuz. Bulamıyorsunuz. Kayboluyorsunuz kendinizde.

Tüm bunları anlatma sebebim şudur. Şiir yarışmalarının tamamen öznel bir tutum sergilediğini belirtmek için. Aynı şekilde dergilerinde duruşları ve bir şiir anlayışları olduğunu vurgulamak için. Burada yanlış olan şudur. Eğer gerçekten şairseniz kendi sesinizden, şiirinizden, hayata bakışınızdan kurtulup; karşıdakinin şiirine şiir mi değil mi gözüyle bakabilmeyi becermektir. Yoksa öznel beş tane şairin (kendi ses renklerinden ve biçemlerinden bakarak. Her ne kadar nesneliz denilse de, her şairin kendi yazmak istediği şiiri yazanı daha çok benimseyeceği konusunda hiç şüphe taşımamaktayım. Bugün siz somut şiir için çırpınan 50 yaşında bir şairseniz ve jüride 25 yaşında bir şair somut şiirin en başarılı örneklerini veriyorsa bundan vazgeçemezsiniz. Ancak bu şiir diğer dört şair için ne ifade eder acaba!) seçtiği şair, diğer öznel baş tane şair için sıradan ya da vasat şiir izlenimi yaratabilir.

Özetleyecek olursak, önce şiirin, şiir dünyasının ve edebiyatın dokusunu algılamak için bu gerekebilir. İnsan olarak bir terazi ihtiyacı, bir tartılma içgüdüsü taşıyorsunuz. Çünkü taşıyorsunuz! Ve birilerinin duymasını istiyorsunuz. İşte bu aşamada yarışmalar düşünülebilir. Bir taraftan da yıllardır tarafsızlığı tartışılan platformlar olduğu için hassas dengelerinizi de bozabilir. En önemlisi şiiriniz sekteye uğrayabilir ki, o vakit gerçekten yaranın hasını alırsınız.


13)
Aşkla ilgili de bir sorum olacak. Ben 3 yıldır âşık olamıyorum. 3 yıldır da doğru düzgün şiirler yazamıyorum. Aşkla şiir arasında bir bağ olabilir mi gerçekten? Aslında bir başka gerçekte âşıkken ortaya çıkan şiirler aşk şiirleri olmuyor. Sevgilime de yazmıyorum onları! Şimdi bu durum nasıl açıklanabilir?

Aşk ile şiir arasında var olduğu sanılan bağ bence yoktur. Bir şair şairse eğer yazmak için hiç bir şeye ihtiyaç duymaz. Çünkü şiir duygulanarak yazılan bir şey değildir. Bunlar lise dönemlerinde yazılan ancak hatıra defterlerini doldurabilen birer duygulanımdır. Kalp tayfıdır o kadar. Geçer. Geride hiçbir şey kalmaz şiir adına.

Şiir zekayla, donanımla, şiir bilgiyle, genlerle, tanrının bize verdiği yeteneklerle yazılır. Sanatın her dalı böyle değil midir? Duygu bu nokta da çok az bir yer tutar. Çünkü duygunun da içeriği ölüm, aşk, sevinç, yalnızlık, delilik, dışlanmışlık, öz güvensizlik, çaresizlik olabilir. Şimdi bunlardan aşkı çıkarsanız diğer duyguların tetiklemeleriyle de şiir yazılır. Ancak bu tetikleme en fazla şiirin başına oturtur insanı. Şiiri yazdıran insanın şiir donanımıdır.

Bakınız Orhan Pamuk Türkiye’nin ilk Nobelli yazarı. Her gün düzenli olarak, takım elbisesini giyip sabah dokuzda masasına oturup akşam altıya kadar bir memur anlayışıyla yazdığından bahseder. Çünkü yazı bir disiplin işidir. Kendi dinamiklerinizi bilginizi iyi oluşturmuşsanız, aşk gibi yada diğer tetikleyiciler gibi bir dış güce ihtiyaç duymazsınız. Zaten daktilonuzun başına oturduğunuzda (biraz nostalji yapalım istedim) otomatik çağrışımlarla ve hayal dünyanızla yazmaya başlıyorsunuz. Çünkü yaşanmışlığın verdiği birikim, karda ekmek arayan serçe, yaprağın hışırtısı, cama vuran dal, kelebekteki renk cümbüşü, ovadaki uçsuzluk, köy çeşmesindeki bakır maşrapa, annenizin kalaylanmış güğümü, babanızın boğazının düğümü de pek tabiî ki sizi şiire itebilir (aşk gibi) ama yalnızca iter. Kalanını yazmak için şairlik gerekir.


14)
Pekâlâ; aşk mı, yoksa şiir mi diye sorsam… Ama mutlaka birini seçmeniz gerekiyor, tek bir yanıt bekliyorum sizden ve neden?

Tabiî ki şiir. Şiir benim yaşam biçimim. Şiirsiz yarım kalırım ama aşksız şiirle tamamlanırım.

Şiir benim yıllardır her derdimi dinleyen, karanlığıma ortak olan yalnızlığımı bölen, sessizliğime ses veren, uykusuzluğuma uyku olan bir şey. Yıllardır hep yanımda. Ben bırakmak istesem de o beni hiç bırakmadı. Çok sadık kaldı. Ama aşk kaç defa terk etti beni. İşin tuhafı aşkın her bırakıp gittiğinde şiirdi hep yanımda olan. Bu durumda aşkı seçmem şiire ne büyük haksızlık olurdu değil mi?

Birde aşkla hiçbir zaman birbirimizi anlayamadık. Ama şiir hep anlamıştır beni. Yaşama tutunmamda yardımcı olmuştur. Manik depresif hallerimin değişkenliğini dengelemiştir. Tek dezavantaj emeğinin karşılığını alamamak olabilir. Bu da geçtiğimiz yıllarda birçok genç şairi ölüme terk etmemiş midir? (bunu kabullenmek istemesek de bu bir gerçektir çünkü bazılarını tanımaktaydım) İşte şiirin en acı gerçeğidir bu. İşte aşkla şiirin tek ortak yanları da budur belki, hayal kırıklığı!

Tabiî ki şiir. Çünkü şiir üzerindeki aşkın da kirini alır ve şiir belleği en iyi temizleme metodudur. Kalbi arındırma. Ah şiir dur kalbimi yine telaşlandırma!


15)
Gerçekleştirmeyi isteyip de, gerçekleştiremediğiniz hayalleriniz var mı? Bu hayaller neden gerçekleşmedi?

Hayatta birçok hayal gerçekleşmez zaten gerçekleşse hayat biter. İnsan hayatta aradığını bulmaya başladıkça kaybolur. Bakınız PATİKA’nın 57.sayısında Nisan-Mayıs-Haziran sayısında çıkacak şiirimde ne diyorum:

ve aradığını bulamamak
çünkü aradığını bulamamak iyidir
insan buldukça kaybolur!
buldukça insan harp olur
darp olur insan buldukça

İşte kilit burada anahtar burada. İster aç kapıyı gir içeri. İster kal dışarıda. Bu aradığın mutluluğa bağlı. Ben hayallerimden uzak dururum çoğu zaman (bu bahsettiğim şiir ya da hayattaki idealler değil elbette). Ufak şeyleri elde etmem. Bekletirim. Ve bir süre sonra bunu elde ettiğimde bir haz duyarım. Biraz zamana bırakırım zamanı. Biraz kendimi. Böylece özlemeyi özlemem. Çünkü hep bir özlem koyarım nesnelerle ve insanlarla arama. Ve eşyalarla. Bu benim hayat kazancımdır. Bu benim var oluş taslağım ve nihayetimdir.

17)
Sona yaklaşırken sizden bir şiir okuyalım isteriz. Buyurun...
Size lâlfabe’den bir şiirle sesleneyim. Çok önemsediğim ama bir türlü yerini bulamadığını düşündüğüm şu şiirimi. Hala okurken içimi titretir. Bazen böyle olur. Belli şiirler tüm şiirlerinizin üstüne çıkar. Ama bunu diğerlerine hissettirmemeye çalışırsınız! Küstürmemek için diğer şiirlrinizi!

uyusun tüm sular
fark ettim
sarrafta rafların tozuna hiç basılmamış
kitabımın adını yazarken
basılınca daha bir yalnızlaşıyor her kitap!

kendinden menkul en değerli keder
yaraya türev atılmayan nara
yaşama grev edilmeyen küfür

fark ettim
camın önünde kıbleye döner
bir peygamber çiçeği
hayata kriz
an/t/n/em kendi suyuyla çürür

fark ettim
daha samimidir bana sarma tütün nargilen
daha yakın semaver demlikten
yoksa içtiğim sigara ve çay
uyunmuşta sevişilememiş bir kadındır
tavan aramda çözülmemiş esrar

fark ettim
yaşadığını fark edince ölüyor insan

yanmayan mumun anlamını çalışıyor
karanlıkta

sönüyor da yangın
tutuşmuyor bile mum
bir tek kibritmiş dilimden anlayan

fark ettim
özeniyor karşı kıyının ormanları bize
yaşamadılar ama yandılar diye!

ah dudakları acıyan biri
izmaritini tükürse çamların küflenmiş göbeğine
kandırıp izciyi bir ateş gömse kendini geçici küle
yetişmese izcinin matarasındaki su
üst dizede izmaritini tüküren köylüye

fark ettim
bir avcı uyuya kalmış içimizde
göçten henüz dönmüş yorgun
uyandırmaya kıyamamış bıldırcın sürüsü!

bu yaşam cıngılında
uyusun tüm sular
düşmanda
yaşasın ateş gönlünce

ölümdür insana anlam
anlama insan bulamam!


18)
Son olarak okurumuza iletmek istediğiniz bir notunuz var mı?

Önce size notumu ileteyim. Şiirlerinizi okuyorum. Şairi şair şiiri şiir yapan tılsımdır. Ama şifre burada işte. Bu tılsım hiç çözülmemelidir. Son dosyan Toz Yanığı’nı okuyorum. Başarılı şiirler içermekte.

Son olarak okurumuza şiire sahip çıkmalarını öneriyorum. Çünkü şiirin yalnızlığı hiçbir şeyin yalnızlığına benzemez.

Şiir sesimiz olsun isterim, şiir sessizliğimiz. Sizin de hep şiir solumanızı dilerim.



© Selçuk Erat, 2007

Hiç yorum yok: