1- Mustafa Ergin Kılıç – Lâlfabe
Tay Dergisi Yayınları – Şiir - 48 Sayfa
2- Mustafa Ergin Kılıç – Beş Duyum
Kül Sanat Yayınları – Şiir - 64 Sayfa
Tam da öyle diyor şair. “ne anlamadıysan odur hayat”. İki ay arayla çıkmış iki kitabını yıllarca okusanız, üstüne birkaç başyapıt devirseniz de nafile. Hayatı sandalyelerde çürümüş kalçalarla ruh yarası arasında yaşayanlara şair dediğimize bizi başka kimse inandıramaz.
Ama gerçeğin ta kendisiydi bu. Anladığımız her şeyin anlamını yitirmesi kaçınılmaz. Tıpkı aşklar gibi. Tıpkı aşklarda saatlerin geçelerde aranması gerektiği gibi.
Mustafa Ergin Kılıç 2006 yılını oldukça iyi değerlendiren bir şair olarak dikkatleri çekti. Arkadaş Z. Özger, Yaşar Nabi Nayır, Kocaeli Üniversitesi Gençlik, Eskişehir Yunus Emre, Hasan Bayrı ve 7. Safranbolu uluslararası film festivali şiir ödüllerinde aldığı derecelerin tamamı 2006 yılına ait başarılardı. 7. Safranbolu uluslararası film festivali şiir ödüllerinde Lâlfabe dosyasıyla mansiyon ödülünü alınca dosya tay yayıncılık tarafından aynı isimle kitaplaştırıldı.
Kılıç, Lâlfabe’ye bir ithafla başlıyor. Genelde anneye, babaya, sevgiliye, eşe, çocuğa, belki yakın bir dosta, ölen bir tanıdığa yapılan ithaflar bu kez şairin bencilce bir tavrına yenik üşüyor. Şair kitabına “dolmayan boşluğuma” diye başlamış. Siz hiç boşlukları dolmuş bir şair gördünüz mü?
Lâlfabe adının aksine lal bir alfabeyi değil bir alfabenin kaç değişik şekilde kullanıldığını bize tüm çıplaklığıyla aktarıyor. Dilin birbirine dönüşen anlamları, ses olanaklarını ve bu olanakların yarattığı çekim gücünü cömertçe ortaya koyuyor: Kaç kola ayrılan şu nehir su şehir / Neden sana bağlı en cılız çay benim / Havzanda demlenmeye tehir. Böylece yetenek ve yetkinlik kadar zekânın da bir şairin niteliğini doğrudan belirleyen bir öğe olarak görmenin önündeki tüm engelleri yıkmış oluyoruz. Hızımız alamayıp hayata tersinden bakmayı sürdürüyoruz: 62 den tavşan değil / 26 dan tavşan leşi yapar / daraltır sıfırın içindeki boşluğu / dinlendirmek için yatırır 3 ü. Şimdi soruyorum: yatağa yüz üstü girerse 3 neyi andırır? Cevabını söylemeye niyetim yok.
Herkes için farklı bir anlamının olacağı kesin Lâlfabe’nin. İçinde Kiril, Eskimo, Arap, Latin, Çin, İçin ve Niçin alfabelerinin algısal boşluklarına yerleştirdiği bileşkeler ve bu bileşkelerin yarattığı sarsıntıdan faydalanmayı bir mühendis titizliğine bağlamakta bir sakınca görmüyorum. Sıcaklık teorisinde sıcaktan patlayan kestaneden aşk çıkarması da bundan.
Ama bir mühendis bile insandır çoğu zaman. Üstelik şairse şu kendine güvenen görüntüsüne aldanmadığımızı da ilmeli ve ayağını denk almalı. Ne demişti şair: “ne anlamadıysan odur hayat”. Hayat ve biz buyuz aslında. Mühendis bile olsak. “ne anlamadıysan odur hayat” şairin ikinci kitabı “beş duyum”un beni en çok çarpan şiirlerinden birinin başlığı. Kül yayınlarından çıkan kitap eşkenar, intihar, kuyu, ölü bi linç ve hiç adlı bölümlerden oluşuyor. Hüseyin Avni Cinozoğlu “şiirin yetkinliği sarf edilen mesai ile doğru orantılıdır” cümlesiyle Lâlfabe’yi de överken özgünlüğünü vurguladığı Beş Duyum ile Mustafa Ergin Kılıç’ın çağdaş şiirin geleceğini belirleyecek genç şairlerden biri olacağı düşüncesini okura aktarmakta bir sakınca görmüyor. Tabi her iki kitap da Cinozoğlu’yu haklı çıkaracak önemli ayrıntıları içinde barındırıyor. Sırtındaki kazağa çocuğunu göstermek için Seyhan’a pamuğa giden ırgatı, çocukların gözlerindeki siyanürü silmek için Bergama’ya yürüyen anne direnişini bakınca bunu daha yakından görme şansı bulabiliyoruz. Kazılan her hayatın altından kuyu, her adamın altından yontulan bir kadın çıkar diyerek erkeklere biraz haksızlık etmiş olsa da neredeyse her dizede otantik bir yüzeye yaslanmayı ihmal etmediğinden hayatın içinden hiç kopmuyor. Üst bağlantıları yitirmeyen imgelem geçişleri yaşadığımız coğrafyayı ne kadar eksik algıladığımızı da başarıyla aktarıyor.
Her iki kitapta da şairin vurguyu dizeler arasındaki eksiltmelerde aradığını söyleyebiliriz. Bu durum şairi biçimsel bir çalışmayı önemser gösterse de bu izafi yargı, şiirde bu sakıncayı yaratanın şiiri şiir yapan unsurların birebir kendisi olduğunu da bize unutturmamalıdır.
İsmail Cem Doğru
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder