24 Aralık, 2007

SÖYLEŞİ // ONALTIKIRKBEŞ/EYLÜL-EKİM 2007

Adınız soyadınız?

MUSTAFA ERGİN KILIÇ

Hangi okuldan mezun oldunuz?

ODTÜ

Dayımın bir arkadaşı; “İnsanlar ikiye ayrılır, ODTÜ’’lü olanlar ve olmayanlar” derdi, siz bu tesbite katılıyor musunuz?

Aslına bakarsanız bu tespite öğrencilik yıllarımda katılmıyordum. Çünkü bu okulda okumanın zorluğu ve kasveti insana ne gibi bir ayrıcalık kazandırabilir diye düşünüyordum. Ancak zaman geçip iş hayatına atıldığınız zaman bu insanların farklılığını daha iyi anlayabiliyorsunuz. Hayata bakış açıları, konulara ve insanlara yaklaşımları, vizyon sahibi olmaları iş hayatında onları öne çıkarıyor. Şimdi ben bir firma da yönetici olarak çalışıyorum ve işe alımlarda ODTÜ mezunlarının özgeçmişlerine öncelikle bakıyorum. Belki bunu yapmam doğru değil ancak otomatik olarak beyin böyle birşeye şartlanıyor demek ki. Bir bağlılık oluşuyor. Bu insanların iş hayatındaki farklılığını, liderliğini, atılımcılığını, sorunlarla baş edebilme yeteneklerini gördükçe daha da önemsiyorsunuz. Tabi bir genelleme yapmak doğru olmaz ama var böyle birşey. Söylediğin kesinlikle doğru.

Bir diğer taraftan bakıldığında, yalnızca iş hayatına hazırlamanın dışında ODTÜ’nün bir avantajı da insanı sosyal olarak da hayata hazırlamasıdır. Mesela sanatsal aktivitelerin etkin bir şekilde kullanılması, insanın farklı bir dünya da farklı yeteneklerini sergileme imkanı vermesi açısından da önemlidir. Ben mesela ilk şiir etkinliklerine burada katıldım. Düzenlenmesine katkılar sağladım. Sunay Akın ve Akgün Akova ile burada tanıştım. Ki çok benimsediğim şairlerdir. Çok farklı şiir soluklarıyla edebiyatımızda yerlerini almışlardır. Dolayısıyla ODTÜ ilk ciddi şiirlerimi yazmaya başladığım, bugün halen yaşadığım aşkın temellerini attığım üçüncü kitabım olan“desibel” ‘in birçok şiirinin yazıldığı yerdir.

Şimdi dönüp baktığımda geriye ne çok şey yaşamışım. Hayatımın önemli kavşaklarından biri olmuş. Okuldan ilk diplomayı alıp çıktığımda bir daha geri dönmemek üzere çıkıyorum demiştim. Ancak yukarıda da bahsettiğim bağlılık konusu bırakmadı yakamı zira. Hani nefretten doğan aşklar vardır ya belki de böyle birşey. Çünkü içinize birşeyler sinmiş bu okuldan. Yeri geldiğinde aklınız yeri geldiğinde göveniz kalmış. Diktiğiniz ağaç boy vermiş, dallanmış yeşermiş. Onunla da kalmamış meyve vermiş. Elinizde bir ibrik sulamaya gitmişsiniz. Eylül ayı gelmiş yeryüzündeki en güzel fotoğraflarını vermeye başlamış yine ODTÜ. Her yer yaprak ve at kestanesi. Yollar kapanmış. Bir muğlaklık. Sizi içine çeken bir yalnızlık. Yaprakların dallarını bırakma zamanı. Bir ayrılık. Kahverengi bir ton. Kağıdı kalemi eline alma zamanı. İşte şair böyledir. Kim size şiir yazdırıyorsa ondan kopamazsınız. Sonra mayıs gelir. Yine görkemli ağaçlarıyla size poz vermeye başlar ODTÜ. Ağaçların çiçek açması içinizin açılmasıdır. Bahar inceden inceye işler kanınıza motiflerini. Bir heyecan sarar sizi. Altında oturduğunuz ağaçlar, bir rock konserinde içtiğiniz biralar ve ıslaklığını paylaştığınız çimenler hatta yeşilini, kurumaya başladığınız bazı günler!

Şimdi bir daha dönmemek üzere çıktığım okulda neler yaşamışım diyorum meğer. Okuduğunuz yıllarda sınav stresiyle geçen zaman oysa neler katmış hayatınıza. Belki de romantik bir aşık olmayı öğretmiş, belki de at kestanelerinin şiirini yazdırmış. Belki üst katına oturduğunuzda bütün ormanı ayaklarının altına alan kütüphanesinde, ders yerine dize düşünmenizi sağlamış. Belki de yalnızlaştırmış, sizi size bırakmış. Kendi halinizde kalmayı öğrenmişsiniz, kendi halinizde bir örümcek gibi ağını kurmayı, bir koza gibi incitmeden yaşamı solumayı. Kendini o uçsuz yollarına vurmayı ve yürümeyi kilometrelerce. Bir kış günü yolda kalmayı karla ahbap olmayı, tipiye tutulmayı. Belki de bir akşam vakti ormanında yürürken yolunu kaybetmi ve bulmayı. Kaybetmeyi ve bulmayı öğreniyorsun. Bir tilkinin yol kenarından reflektör gibi gözlerinden kendine ışık edinmeyi. Her sabah yurdun bahçesine indiğinde seni bekleyen kediyi görmeyi. Peyniri bölüşmeyi. O yoksa ekmeği. O da yoksa dokunarak ellerini. Kısaca hayatı tutabildiğinden yerinden. Ve kendine doğru çekmeyi. Ve yaşamayı ve sevmeyi.


İlk şiirinizi ne zaman yazdınız?

İlk şiirimi ilkokulda yazdım. Her cumhuriyet bayramında, her 23 nisan’da gür sesiyle okulun bahçesinde şiir okuyan bir çocuktum. İlk denemlerimi o vakit yapmıştım bayram şiirleri yazarak. Daha sonra orta okulda edebiyat dersinde anneler günü için yazdığım bir şiiri sınıfta okumanın ardanından edebiyat öğretmenimin +1 verdiğini hiç unutmuyorum. Bu yıl sonunda karneme vereceği nota bir not daha ilave edeceği anlamına gelmekteydi. Zaman içerisinde bu tutku büyümeye başladı.

Çocukların edebiyatla ilgilenme yaşı, kaç gibi olmalıdır size göre?

Aslında edebiyat ile ilgilenme yaşı gibi bir sınırlama getirilemez. Bunun doğal bir süreçle başlatılması gerekmekte. okumaya ve yazmaya başlar başlamaz ev halkının da etkisiyle kişi otomatik olarak kendi okumaya sürüklenebilmelidir. Sabah kalktığında balkonda gazete okuyan bir baba ve yatağına uzanmış kitap okuyan bir anneyi gören çocuğun da eline birşey alıp okumaya başlayacağını düşünüyorum. Kısaca bu doğal bir süreç. Yalnız aile bunun tetikleyicisi olursa, çocuk da kendiliğinden bir okuma alışkanlığı edinecektir. Şimdi ben binlerce şiir kitabının bulunduğu kütüphanemden birilerinin zaman zaman meraklanıp, birkaç kitabı karıştırmasını beklerim. Çünkü orada herkesin ilgisini çekecek şiirler olduğunu düşünmekteyim. Ancak toplum olarak okumaya hep uzak kaldık ve sevmedik nedense. Oysa okumaktır insanın yalnızlığını alan. Hırsını dizginleyen. Ruhunu dinginleştiren. Düşünmesini ve sorgulamasını sağlayan. En önemlisi entellektüel bir birikim yaratıp, bir toplulukta insanlara faydalı birkaç bilgi vermeni sağlayan. Çünkü insanın hayattaki tek varlığı birikimidir. Birikim herşeydir. İnsanı yöneten ve hayatta bir yere taşıyan her konuda edindiği birikimdir.

Yaptığınız işin şiir yazmanıza katkıları oluyor mu?

Ben bir firmanın dış ticaret yöneticisiyim. Yaptığım iş direk olarak seyahatlerle de bağlantılı olduğu için, farklı kültürler şiirimi besliyor. Hayata bakış açımı değiştiriyor ve genişletiyor. Şiirime çeşitlilik getiriyor. Kısır döngüden kurtulmamı sağlıyor. Dünya da olup biteni yerinde izleme olanağı veriyor. Etopya’daki aç insanla zaman gerçirmene fırsat tanıdığı gibi, Dubai’de Burjel Arab otelinde yemek yeme fırsatı veriyor. Dolayısıyla bir yazarı besleyen en önemli şeyi yaşatıyor size kaosu. Bu içinden çıkılmayan girdap ve sorgu sürecidir insanı besleyen. Bu yeryüzünün adeletsizliği ve tutarsızlığıdır insanı yazmaya iten. Bu tanrının insanlık üzerinde nasıl bir dağılıma gittiğinin sorgulanmasıdır insanı körükleyen. Tezatlıklardır bir şairin ülkesi. Karmaşadır. İçinden çıkılmaz haldir. Bununda şiirlerini yazdım. Hâl değişimi başlığı altında bu değişimlerin şiirlerini de yayınlama başladım. Gam Kuşağı adlı dosyamın alt şiirlerini oluşturmakta bu şiirler. İşte şair bu değişimi yaşadığı sürece etkin kalır ve farklı izleklerde farklı duruşlarla yazar şiirini. Yaratıcılığını korur. Üretkenliğini muhafaza eder. Milyon yıl önce arabistan nasıl denizse milyon yıl sonra da bugün erimeye başlayan buzullar çöl olacaktır. İşte şair budur. Bu dengesizliğin arasından bir denge kurmaya çalışır. Yeryüzüdür şair. Ve bu farklılığı ve bu farkındalığı işler şiirine.



Sizce; şiir ve matematik arasında nasıl bir bağlantı vardır? Ya da var mıdır?

Bu soruya değerli hocam büyük şair Hüseyin Avni Cinozoğlu cevap versin. Zira ikinci kitabım Beş Duyum’un arka kapak yazısına bakınız neler yazmış bu konuyla ilgili:

“İronik bir dille hayatın değişik koordinatlarını içerecek imgeleri, kendine özgü bir buluş tekniğiyle başarması gözlemleniyor. Yüzey ve derin yapı özgün mecazlarla birbiri üstüne bindirilmiş. Bu nedenle genç şairler arasında yakın bir gelecekte adı öne çıkacak bir şair.

Sözcüklerin hece düzeyindeki konstrüksiyonları, bir sözcüğe yüklenen farklı anlam öbeklerini zenginleştiriyor. İlk bakışta biçimi önceler gözükse de, imgelerinin derli toplu olmasını yine biçimle sağlıyor.

Sanki şiirin de bir mühendislik gerektiğinin farkında, salt ilhamın bir olumluluk içermediğini kanıtlıyor.”

Bu görüşü buraya almamın sebebi görüldüğü üzere yazdığım şiirin altyapısının bir mühendislik barındırdığı söylüyor. Şiirimin bir matematik zemin üzerinde oturduğunu ve ince hesaplar neticesinde tüm örgü ağının kurulduğunu söylüyor. Demek ki şiir matematiği de yeri geldiğinde bünyesinde barındırabiliyor. Bir binanın inşası gibi şiir de tek tek kurulabiliyor bazen. Bir yapı oluşturuluyor hem ses hem içerik açısından. Bu arada anlamın yaratacağı anafordan da kaçınmıyor benim şiirim. Bir çarpıcılık sunuyor. Şiirimi ben MODERN ELİT DİNAMİK ŞİİR olarak adlandırıyorum. Yenilikçi, özgün ve zinde. Şiirde zindelik çok önemlidir okuyucunun hemen soluyabilmesi için. Ve dönüp dönüp tekrar okuması için. Şiir hem imge yapısı hem de ses ve anlamsal bütünlüğünü hep yeni tutmalıdır kendini ön plana çıkarsın.

Konuyu biraz daha açar edebiyattan bilime doğru taşırsak, sizi etkileyen Matematikçiler kimlerdir?

Önce yeryüzünden başlayalım sonra kendi karalarımıza gelelim. Milattan öncesine bakmak gerekirse ilk olarak akla gelecek isimler Thales, Pisagor, Euclid (Öklit teoremi, Pisagor bağlantısı da buralardan gelmekte bildiğiniz üzere). Milattan sonra ve günümüze doğru gelirsek; fonksiyonlarda çığır açan Fransız Bernoilli, yine Pascal ve Newton’u da burada saymamız gerekecektir.

Türkiye’nin çıkardığı değerli matematikçi, bilim adamlarından ise ilk aklıma gelenler Selman Akbulut, Cahit Arf, Ali Nesin olacaktır.

Madem matematik ve şiiri konuşuyoruz. Nesin Vakfının "matematik köyü" ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Önce Ali Nesin’den bunun doğuşunu bir okuyalım: “Alabildiğine özgür olacağımız bir yerimiz olsa... Kimse kimseye karışmasa... İstediğimiz zaman (örneğin sabah akşam) matematik yapabilsek... Sadece müzik dinlemek istediğimiz zaman müzik dinleyebilsek. Sessizlik hüküm sürse, daha fazla işimize yoğunlaşabilsek...Kendimize ait bir yerimiz olsa daha fazla gence daha iyi ve daha ucuza hizmet vermez miyiz? Her seviyede ve her yaşta matematikçi, öğrenci, eğitmen, araştırmacı, meraklı amatör aynı anda ve aynı mekânda matematik yapsa... Bilen bilmeyene anlatsa... Ne kadar olağanüstü bir şey olur. Böylece Aziz Nesin’in enstitü vasiyetini de bir anlamda yerine getirmiş oluruz. İşte bu hayallerden doğdu Matematik Köyü fikri.”
Şimdi şunları ben dahil herkes söyleyebilmelidir. Dünyanın başka bir yerinde bir matematik köyü yoktur. Dolayısıyla önem arzetmektedir. Topluma ve bilime katkılarını kimse yadsıyamaz. Tabi burada Nesin Vakfı’na sanatsal ve toplumsal açıdan yüklenen misyonun çerçevesi, matematik köyüyle birlikte bilimsel bir zenginlikle de iyice genişlemiş oldu. Zaten Prof. Dr. Ali Nesin gibi bir değerin olması da, matematik köyünün en önemli kazanımıdır.


Türk ve dünya şiirinden en sevdiğiniz 3 şairi nedenleriyle birlikte söyler misiniz?

Bu konuyu dünya şiirini içine alacak şekilde açarsak üç isim vermemiz olanaksızlaşır ve liste uzar. Zira bir şairin üç isimle sınırlı kalması bana göre bir kısırlıktır. Tüm dünya edebiyatını ele alınca her ülkeden iki veya üç isim saymak gerekecektir. Eluard, Kavafis, Cibran, Brecht, Neruda, Rilke hemen aklıma gelen isimler olarak sayayım. Ancak bu üç hakkımı Türk şiirinden yana kullanmak isterim. Tabi ki biraz listeyi yine uzun tutarak. Biraz farklı şiiri seviyorum ben. Ve birçok şairin yazdığı şiiri aynı buluyorum. Genç nesilden bahsetmiyorum burada. Yıllardır şiirin içinde olan şairlerden bahsediyorum. Şairin sesi biraz farklı olmalıdır. Bu anlamda Yılmaz Odabaşı ve Nevzat Çelik bir yere konulmalıdır. Seksen şiirinin öncülerinden olan ve toplumsal şiiri tomplumun sinesine vuran. Duyarlı ve içten. Toplumun derdini şiire indirgeyen. Diğer atarftan bir Oruç Arıoba şiir de tektir benim için. Eğer şiir yazmadığı söyleniyorsa onu da kabul ederim. Çünkü o da felsefeyi ve sözcüğün özünü şiire yedirmiş bir şairdir. Arif Damar, Gülten Akın, İlhan Berk ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı yalnızca şiirleriyle değil şiire verdikleri emek yüzünden de severeim. Türk edebiyatının yaşayan dört çınarı benim için. Sina Akyol gerçek bir sözcük ustası ve şiir işçisi olarak bana sözcüğün nasıl kullanılması gerektiğini ve dört beş sözcükle nasıl şiir yazılması gerektiğini öğrettiği için severim. Haydar Ergülen ve Küçük İskender’i şiiri biraz daha farklı ve özgün algıladıkları ve yenilikçi yaklaştıkları için severim. Rahmetli Metin Altıok’u acının şiirini yazdığı ve acı bir ölümle aramızdan ayrıldığı için severim (soyadından dolayı severim, gerçi artık o da kalmadı da!). Kader gibi sanki. Yıllarca acıyı yaz ve Sivas olaylarında yanarak can ver. Ne acı! Can Yücel’i korkusuzca sistemi eleştirdiği, hayatı şiire indirgediği, şiirde easlı küfür ettiği ve şiirdeki mertliğinden dolayı severim. Dolandırmadan ve yapaylıktan uzak direk hayatı yazdığı için. Varolanı yani bizi insanı. Olanı biteni. Süreya Berfe’yi fokların şiirini yazdığı için severim. Abdülkadir Budak’ı düz, sade ve oldukça yalın bir dille hayatın içini anlattığı için severim. Nuri Demirci’yi çok etkileyici imge ağından ve şiir sesinden dolayı severim. Sunay Akın’ı hayatta detay deyip atladğın bir şeyi şiirselleştirdiği ve her şiirde bir mesaj verdiği için severim.

Hayatta neden bitmez sevmek için. İlk şiirlerim ikibinli yıllarda yayınlanmaya başladığı zamanYom Sanat dergisinde Bayram Şekeri isimli şiirim şöyle bitiyordu: neden deme/ nedensiz sevdim seni ben be

Türk şiirinin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türk şiirinin gelemeceği hakkında diye soruyor bu soruyu üstatlar. Çünkü çok karamsarlar şiirimizden. Hergün yüzlerce yeni şiirin yazıldığı ve yeni şairin çıktığı edebiyatımızda (abartmıyorum dergilerimize bakarsanız görebilirsiniz) ve hergün ben de şairim anlayışıyla dergi çıkarıp şiir yayınlayan şairlerin oluşturduğu bir edebiyat ortamı ne kadar sağlıklı olur bilmem ama ben bu derece karamsar değilim. Şu an size son üç dört yılda sivrilmiş genç şiir yazan birçok şair ismi verebilirim. İşte bunlar edebiyatımızın birer kazancıdır. Ben Türk şiirinin geleceğini yazılanı yazmamakta, yapılanı yapmamakta, işleneni işlememekte buluyorum. Yenilikçilikte ve farklı olanı yaratmakta buluyorum. Bunun kabülü bir zaman alsa da taşlar yerine oturdukça değer göreceğini düşünüyorum. Yukarıda da bahsettiğim gibi ben kendi adıma kendi yolumu MODERN ELİT DİNAMİK ŞİİR’de çizdim. Özgün, farklı bir şiir yazdığımı iddia ediyorum ve benim gibi birçok arkadaşımın da olduğunu düşünüyorum. Yazdığım şiirin hem içerik, hem imgesel hem anlamsal hem de sözcük çeşitliliği açısından tamamen farklı ve kendine has bir şiir olduğunu düşünüyorum. Yaratımış yeni bir değer olarak görüyorum ve türk şiirine bir ivme kazandıracağını savunuyorum. Şimdi benim gibi birçok şair arkadaşım bu uğurda hergün mücadele veriyor. Mücadelenin verildiği yer henüz kaybedilmemiş demektir ve geleceği bir yer var demektir. Dolayısıyla Türk şiirinin önünün açık olduğunu söylüyorum. Ve bu dinamikliğini sürdüğü sürece sürekli olumlu mecralarda yer değiştirerek yol alacağı kanaatini taşıyorum.

Son kitabım desibel’den şu şiirimle son sözlerimi söylemek istiyorum, Türk şiirinin nereye geleceğine ya da nereye geldiğini göstermek amacıyla:

dar açı
bir insana gövdesini
ve ruhunu verir taş
yaşaması için…

baktım doldu gökyüzü
kırdım tüm dallarımı

topladım karanlıklarımı
baktım yarasalar yara sarar
yaşamalı insanlar!

toprağın verimine kısırdım
meyvenin keyfine çürük
gövdenin lehimine vehim

sırdım kaygıdan zırh
saygıdan sabır
aynada konuşan kahır
sanrı tanrıya

dedim ki bir kuş yorulur
gökyüzü daralırsa
bir ağaç yorulursa
gökyüzü ölür
üzüm hüznüyle çürür
asma yaprağı
aşk üzümle emekler
şarapla büyür

tüketmekmiş tükenmek
dedim ve bir daha
bakmadım olanlara!

Hiç yorum yok: